Yanan neydi?

Fotoğraf: Milas Belediyesi emekçileri
İktidarın sorumsuzluğu, beceriksizliği, insan ve doğa sevmezliğinin eşliğinde gözlerimizin önünde giderek büyüyen, önüne gelen her şeyi yutan alevlerin ormanları, evleri, insanları, diğer canlıları yakıp kavurduğunu gördük. Kimine göre ciğerlerimiz, kimine göre ülke yandı. Bunlar yangının görünen kısmıydı. Bu yangının bir de şimdilik henüz bazı küçük belirtileri görünebilen, ama büyük bir depremi haber verir biçimde gerçekleşen öncü sarsıntılarının yakıp kavurduğu başka şeylerde olmadı mı acaba? Başka bir ifade ile gök yüzüne yükselen bu alevler sadece gördüğümüz nesneleri, canlıları mı yaktı?
Bu soruya evet sadece doğamız, canlılarımız, evlerimiz yandı diye yanıt verilebilir mi? “Terör saldırısıydı” açıklamaları durumu kurtarır mı? Böyle yanıtlar verebilecekler kuşkusuz vardır. Bu yangında alevlerin yaktığı sadece yukarıda anılan varlıklar değildir. Bu alevler iktidara, yöneticilere, devlet kurumlarına olan güveni de sarsmış ve yakmıştır. Üstelik bu sadece yangının ortasında kalmış, çaresizlik içinde yardım bekleyen bir vatandaşın isyanında ifadesini bulmamıştır. Bu aynı zamanda televizyon başında gelişmeleri izleyen on milyonlarca vatandaşın da ortak duygusudur. Bir yönetim anlayışı, bir iktidar alevlerin arasında kaybolmuştur.
Bakanların halkın acısı karşısındaki duyarsızlığını gören, onların TV’lerde ülkesini ve halkını sevdiğini, halkın acısını derinden paylaştıklarını belirten tek cümlesini -zaten söyleseler iki yüzlülük olurdu- duymayan insanlar ne duyduklarına ne de gördüklerine inanabildiler. Onların duygusuz, renksiz, her biri inşaatçıların ve turizmcilerin gelecekteki yatırımlarını ve karlarını güvenceleyen açıklamaları da işin tuzu biberi oldu. En tepedeki başta olmak üzere bunların her birisi devletin gücünü övmekte usta kişilerdir. Evet devletin gücü muhalif siyasetçiye, gazeteciye, sokakta eylem yapan vatandaşa yetmektedir. Vurduğunu devirmekte, gaza boğmakta, tazyikli suya doyurmakta, içeri tıkmaktadır.
Ama modern devletler güçlerini sadece buradan almazlar, gücünü sadece buradan alan devletler aslında bitmiş, tükenmiş, organizasyon yeteneğini tüketmiş, halkının güvenini kaybetmiş, elinde çıplak baskıdan başka bir şeyi kalmamış çürümüş, acınası devletlerdir. Yangının alevleri gecenin karanlığında işte bu gerçekleri de aydınlattı, görünür hale getirdi. Başkası zaten olanaklı mıydı? Ülkesinin ve halkının geleceğini inşaat şirketlerine, faiz lobilerine, emperyalist büyük devletlerle yaptığı gizli açık anlaşmalara bağlayan bir iktidardan başka ne beklenebilirdi ki?
Yangında da akıllarına ilk gelen TOKİ, inşaat şirketleri, turizm tekelleri oldu. Ülkeyi şirket yönetir gibi yönetmekle, pazarlamakla, gelen paranın dinine imanına bakmadan cukkaya indirme anlayışıyla epeyce övünmüşlerdi ve halen de övünüyorlar. Yanan alanları peşkeş çekecek yasayı da ne “tesadüf” ki aynı günlerde meclisten geçirdiler. Acıdan yere kıvrılmış vatandaşların kafalarına yeniden çay fırlatma geleneğini de devam ettirdiler. Adeta yörenin halkından intikam alan bir yönetim anlayışı ile hareket ettiler ve ediyorlar.
Şimdi umulur ki bu acı tecrübe devlete, iktidarlara, dine, geleneklere, eski alışkanlık ve davranışlara bağlılığa vurulmuş ciddi bir darbe olsun, bunları terk etme yönünde kitlelerin ileri ve yeni bir adımını da beraberinde getirsin. Kitleler eski bilinçleri ve tutumları ile hesaplaşmada ileriye doğru bir adım daha atmış olsun. Yangın karşısında gösterdiği dayanışmayı, alevlere karşı verdiği mücadeleyi yeni bir politik bilinç kazanmakta da göstersin. Bu kuşkusuz temelsiz ve boş bir temenni değildir. Kitleler yaşanan her olayı hafızalarına kaydetmekte, sonuçlar çıkarmakta, tecrübe biriktirmekte, vakti zamanı gelince bunu kendi usulünce açığa vurmaktadır.
Yaygınlaşan yoksulluk, artan işsizlik, her gün yağan zamlar, yükselen enflasyon, halkın yaşam ve geçim koşullarının her geçen gün biraz daha geriye gitmesi, bu hesaplaşma için koşulların son derece uygun olduğunu zaten kanıtlamaktadır. Evet alevlerin aslında neyi yaktığını hep birlikte göreceğiz. Doğa kendi haline bırakıldığında kendisini bir yılda toparlamaya başlıyor. Halkın ise o kadar zamanı var mı, işte o kuşkulu! Emek Partisi işte bu nedenlerle “İş, Ekmek, Özgürlük” diyor. Bu zaten bugün tüm halkın, onun ileri güçlerinin altında birleşmesi gereken temel bir mücadele çağrısı değil mi?
Evrensel'i Takip Et