6 Ağustos 2021

Erdoğan iktidarı çöküyor mu?

Bir haftayı aşkın bir süredir devam edip büyük tahribatlar yaratan orman yangınlarına karşı zamanında gereken önlemler alınıp müdahaleler yapılmadığı için halkın Erdoğan iktidarına öfkesi büyüyor. Öte yandan yüzde 18.95 olarak açıklanan ve aylık bazda son 18 yılın rekorunu kıran Temmuz ayı tüketici enflasyonunun -ki halkın alım gücündeki düşüş gerçekte çok daha fazladır- gösterdiği gibi krizin işçi sınıfı ve emekçi halkın yaşamındaki yıkıcı etkileri artarak devam ediyor. Yeniden ciddi bir tırmanışa geçen kovid-19 vaka ve ölüm sayıları, halkın bu sürecin iyi yönetilemediğine dair kaygı ve tepkilerini arttırıyor. Yine halkın azımsanmayacak bir kesimi en son Afganistan’dan devam eden mülteci dalgasını kendi yaşamı ve geleceği için bir tehdit olarak görüyor. Bütün bu gelişmeler farklı biçim ve düzeylerde de olsa iktidarın kitle desteğinde bir erimeye yol açıyor. Halk, uygulanan politikalara karşı hoşnutsuzluğunu artık daha yüksek sesle dillendirirken iktidar da güç kaybediyor.

Özellikle son yangınların kıyı kentlerinde yarattığı kaos ortamı ve iktidarın bu sürece adeta seyirci kalması, bu iktidarın artık ülkeyi yönetemediği yönlü yorum ve değerlendirmeleri daha fazla duymamıza neden oluyor. Bu konuda en çarpıcı değerlendirmelerden biri de Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın yaptığı değerlendirme oldu. Yanardağ, Birgün gazetesindeki “İktidar her an çözülebilir!” yazısında “iktidarın ülkeyi yönetme yeteneğini yitirdiğini” söylüyor bu nedenle de “Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek, hiç beklenmedik bir anda aniden çökebilir” diyor.

Yanardağ, yazısında AKP’nin artık bir siyasi geleceğinin olmamasını “siyasal İslamın iflas ettiği” tezine de dayandırıyor ki bu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak mücadelenin güncel ihtiyaçları bakımından iktidarın artık ülkeyi yönetemediği ve her an çözülebileceği ya da çökebileceği tespitleri üzerinden tartışmayı sürdürmek yararlı olacaktır.

Son yangınlardan önce yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden salgınla mücadele konusunda iktidarın ortaya koyduğu politikaya baktığımızda karşımıza şu gerçek çıkıyor: Bu sürecin yönetilme biçimi halkın daha geniş kesimlerinin iktidara tepki duymasına ve iktidarın halk içindeki desteğinde belli bir erimenin/çözülmenin yaşanmasına yol açtı. Ancak iktidar bu süreç boyunca temsilcisi olduğu sınıfın çıkarlarını savunmakta hiçbir tereddüt göstermedi. En kritik süreçlerde bile işçiler ölümüne çalıştırıldı. Yine bu dönem boyunca açılan “destek” paketleri (Erdoğan’ın ekonomik destek paketini açıklarken TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’na “neşen yerinde” deyişi hâlâ akıllardadır) ve yapılan yasal düzenlemeler de tekellerin çıkarlarını korumayı temel aldı. Aynı iktidar orman yangınları devam ederken 7334 sayılı ‘Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u çıkarıp kıyı ve ormanlık arazilerin yağmaya açılması için bu alanları yapılaşmaya açma yetkisini Kültür ve Turizm Bakanlığına devretmekten de geri durmadı.

İki şey birbirinden farklıdır: İktidarın temsil ettiği sınıfın çıkarları temelinde uyguladığı politikalarını eskisi gibi halkın geniş kesimlerinin rızalarını alarak yürütememesi, baskı politikalarına daha fazla sarılmasına neden oluyor. Faşist rejim inşası için atılan adımlar; yeni anayasa hazırlığı ve 2023 seçimlerinin buna göre dizayn edilmeye çalışılması da bunun bir sonucudur. Ancak uyguladığı politikaların eskisi gibi halkta rıza üretmemesi ve bu nedenle baskı politikalarına daha fazla sarılmak zorunda kalmasından iktidarın ülkeyi yönetemediği sonucu çıkmaz. İşçi sınıfı ve halka karşı en saldırgan ve terörcü bir yönetim biçimi olarak faşizm, Türkiye dahil birçok ülkede yıllarca iktidar olabilmiştir ve bugün de güncel bir tehdittir.

İkinci olarak, iktidarın kitle desteğinin zayıflaması ve halkın daha geniş kesimlerinin iktidarın politikalarına karşı öfke duymaya başlaması kendiliğinden ‘devrimci’ sonuçlar doğurmaz. Aksine son yangınlardaki kundaklama şüphesi ve bundan Kürtlerin sorumlu tutulması ve öte yandan mülteci akını karşısında ortaya çıkan ırkçı tepkiler, iktidara tepki duyan halk kitlelerinin daha gerici politikalara yedeklenebileceği konusunda uyarıcıdır. Yine dünya genelinde neoliberal politikalara bir tepki olarak yeni sağın, ırkçı-faşizan politikaların güç kazandığı da biliniyor.

Öyleyse halk desteğinin zayıflaması tek başına iktidarın çökmesine/çözülmesine yetmeyeceği gibi, halkın kendiliğinden öfke ve tepkisinin de halkın çıkarlarına hizmet eden sonuçlar doğurması beklenemez. Burada hayati önemdeki nokta, hem iktidarın baskıcı-faşizan politikalarını boşa çıkaracak ve hem de halkın tepkisinin gericiliğe yedeklenmesini önleyecek bir siyasi müdahalenin gerçekleşmesidir. Bu müdahale ancak işçi sınıfı ve halkın örgütlü güçlerinin; emek, barış ve demokrasi güçlerinin birlik ve mücadelesiyle mümkündür.

Sonuç olarak, bugün ülkenin içine sürüklendiği bu karanlık tablodan işçi sınıfı ve halkın çıkarlarına hizmet edecek bir çıkış yolu için; halkta mücadele yerine beklenti yaratacak tutumlardan uzak durmak ve iktidara bir tepki olarak yönelmiş olsa da halktaki gerici eğilimlerin olası tehlikelerine dikkat çekmek büyük önem taşıyor. Ülkedeki siyasi tabloya böylesi bir müdahale içinse işçi sınıfı ve halktan yana bütün ilerici, devrimci-demokrat ve sosyalist güçlerin yeni bir siyasi seçenek yaratması gerekiyor.

Evrensel'i Takip Et