Yalan ve kapitalizm

Görsel: Evrensel
Geçen gün televizyonda rastladığım bir haber üzerine “since…” yalanlarını yazsam mı acaba diye düşünürken, dün de sosyal medyada “yerli Himalaya tuzu geldi” fotoğrafına rastladım. Tüccarların mallarını satmak için söylediği yalanlar artık iyice çirkinleşti.
TV haberi konusuna dönersek; a spor’da Vefa Kulubü ve Vefa Semti anlatılıyordu açık bir televizyonda, üniversite yıllarımın bir kısmı orada geçtiği için kulak kabarttım, anlatıcı yalan yanlış semti anlatıyordu. Sıra Süleymaniye Camii karşısındaki kuru fasulyeci Ali Baba’ya geldi. Ali Baba’yı tanıdığım ve muhabbetim olduğu için elimdeki işi bırakıp dinlemeye başladım. Ali Baba’nın sert ama merhametli yüz hatları gözümün önüne geldi. Anlatıcı Ali Baba’nın Erzincanlı olduğunu ve 82 senedir burada ailesi ile kuru fasulye sattığını, şimdiki dükkan sahibinin de 4. kuşak olduğunu söyledi. 4. kuşak olduğunu söyleyen dükkanın patronu da anlatıcıyı teyit edip, Erzincanlı olduklarını ve fasulyenin Erzincan’dan getirildiğini, her bir fasulyenin 11 mm olduğunu, kömür ateşinde pişirildiğini falan söyledi.
Ali Baba Erzincanlı değil Arnavut’tu. 20 metrekarelik dükkanında sadece sabah ve öğle yemeği servisi verirdi. Sabah çorba, öğle yemeğinde ise kuru fasulye ve pilav satardı. Kuru fasulye yanında isteyenlere turşu da verirdi. Tatlı olarak da peynir tatlısı ve kabak tatlısı verirdi. Menü bu kadardı. Üç kişi çalışırlardı. Öğleden sonra üç, dört sırasında yemekleri biter servise son verirlerdi. Akşam üstleri bazen dükkan önünde otururken, keyfi de yerindeyse onunla sohbet etmeye çalışır Arnavutluk hakkında bilgi almaya çalışırdım. Arnavutluk’a senede bir tatil için giderdi. Arnavutluk Halk Dansları Topluluğunun her sene İstanbul Festivali kapsamında ya da özel gösterisine giderdi. Enver Hoca’yı çok severdi. Bizim Atatürk’ümüz derdi. 12 Eylül günlerinde öldü. Küçük lokantayı bir süre damadı yönetti. Daha sonra devretti. Bir ara yandaki kahvenin sahibi Malatyalı iki kardeş lokantayı satın aldı. Biz Ali Baba olmasa da her sene 16 Mart günü Katliam’da yitirdiğimiz arkadaşları anmaya Beyazıt Meydanı’na gittiğimizde tören sonrası Ali Baba’nın küçük lokantasına uğrarız. Lokanta artık büyüdü. Yemek çeşitleri arttı. Kuru fasulye Ali Baba’nın fasulyesine benziyor. Muhtemelen yıllardır aynı şekilde yapıyorlar. Ama, satılan fasulye yemeğinin Erzincan ile bir ilgisi yok. Belki Erzincan dermason fasulyesi kullanılıyordur ama Arnavut usulü pişirilen bir kuru fasulyedir. İçine Arnavut biberi konmuştur. Her tabağa bir Arnavut biberi denk getirmeye çalışırdı Ali baba. Acı biber yiyemeyenler biber ziyan olmasın diye, biber koymamasını isterdi. Küçük, kan kırmızı Arnavut biberi tatlı acıydı ama fasulye yemeğinde bu acılık hissedilmezdi.
Yeni patron, reklam yapmak için, kendince bir marka yaratmak için sahte bir tarih yaratıyor. 82 sene önce Erzincanlı ataları tarafından bu dükkanın kurulduğu yalanını duyuruyor. Bazı medya organları da bu yalanı yaygınlaştırıyor. Tur şirketleri bu yalana katılıyor ama biri Erzincanlı Ali Baba’nın burayı 1928’de kurduğunu yazıyor. İstanbul Valiliği turistik tanıtımında Erzincanlı Ali Baba’nın burada kırk senedir fasulye sattığı ile şehrini övüyor. Sistem, yerli ve yabancı turistlere kuru fasulye satmak için elbirliği ile bir tarihi değiştiriliyor. Arnavut Ali Baba yerini Erzincanlı Ali Baba’ ya bırakıyor. Altmışlı, yetmişli yılların salaş lokantası yerini bir markaya bırakıyor.
Lanet kapitalizm. Her şeyiniz yalan dolan. Hiçbir değere saygınız yok. Güzel olan her şeyi çürütüyor, lezzetsizleştiryor ve yok ediyorsunuz. Çürümüşlüğünüz dokunduğunuz her şeyi çürütüyor.
Her çürüyen şey gibi yok olacaksın.
Evrensel'i Takip Et