14 Ağustos 2021 00:10

Figüran olmayı reddetmek

Free Guy

Ekran görüntüsü Free Guy (Gerçek Kahraman) filmi fragmanından alınmıştır.

Paylaş

İnsanoğlunun dijital alanda ya da sosyal medyadaki personaları vazgeçilmez bir biçimde sinemanın da içine sızıyor hayli zamandır. Kökleri sinemanın icadına kadar gitse de, dijital çağla birlikte Matrix filmlerinin açtığı kapıdan giren sinema, ‘ikili’ dünyaları ve bilinçleri de her geçen gün merkezine yerleştirmeye başlıyor. Dijital alana dair macera arayışı 2018 tarihli “Başlat” (Ready Player One) gibi kendimizi bilgisayar oyunlarının içinde bulduğumuz yapımlarda karşılığını bulurken, sosyal medya personasının gerçek hayatta bir kabus olarak karşımıza çıkabileceğini 2020 yapımı “Ter” (Sweat) filminde görmüştük.

“Teknofobi” sinemanın bilimkurguya meyil etmesiyle başlayan bir durum. Haliyle, akıllı bilgisayarların, dünyanın sonunu getirecek yazılımların, eline silah alıp önüne geleni öldüren robotların, yarı insan yarı makine yaratıkların birer tehdide dönüştüğü onlarca yapım izledik beyazperdede. Bu yapımların kiminde, yazılımın/makinenin insan soyuna bir tehdit olmaktan çok kendi kimliğinin, anlamının peşinden koştuğu hikayeler vardı. En unutulmazı “Blade Runner” kuşkusuz. Bu hafta gösterime giren ve bütün tanıtım süreci boyunca seyirciye eğlence vaat ettiği anlaşılan “Gerçek Kahraman” (Free Guy) da bir bilgisayar oyununda figüran olarak yazılmış karakterin bilinçlenme hikayesi olarak özetlenebilir.

“Özgür Şehir” olarak bilinen bir kentte bankada gişe memuru olarak çalışan Guy adlı bir adamla tanışıyoruz. Aynı bankada güvenlik görevlisi olan yakın arkadaşı Buddy ile her gün benzer ritüelleri yerine getirerek hayatını sürdürüyor. Bu özgür kent. Sokaklarında insanların öldürüldüğü, bankaların soyulup, ortalığın ateşe verildiği bir bilgisayar oyunu ortamı aslında. ‘Gerçek dünya’dan oyuncular bir avatar seçip oyuna bağlanıyorlar ve verilen görevleri yerine getiriyorlar. Bu görevlerde çoğunlukla birini öldürmek, bir yeri yıkmak ya da soymak şeklinde oluyor. Kahramanımız Guy, bir gün yolda Buddy’ye hayatının aşkını bulacağına olan inancından bahsediyor ki, bir süre sonra da onunla karşılaşıyor. Gerçek dünyadaki adı Millie olan oyunda ise Molotovgirl adını kullanan genç kadının ise başka bir ajandası vardır.

Millie’yi gördükten sonra yazılımının dışına çıkan, başka kıyafetler seçmeye, kahve zevkini değiştirmeye karar veren Guy oyunun akışını da bozuyor haliyle. Kahramanımız ‘kendinde figüran’ olmaktan çıkıp ‘kendisi için figüran’ olmaya karar veriyor anlayacağınız! ‘Gerçek Dünya’daki yazılımcılar onun önce küçük bir sorun olduğunu düşünüyorlar ama öngörülemeyen davranışları sayesinde sanal tarafın kahramanına dönüşüyor bir anda. Tabii oyunun “yaratıcısı” kötü adam Antwan’ın onu ortadan kaldırmak için harekete geçmesi fazla zaman almıyor. Öte yandan oyun şirketinde çalışan Keys de Millie destek verince işler iyice karışıyor.

Öncelikle yakın dönemin birçok benzer filminde gördüğümüz üzere burada da birçok klasik yapıma göndermeler, saygı duruşları, ilhamlar, açıkça apartmalar artık ne derseniz hepsinden var. “Matrix”ten “They Live”e, Truman Show”dan “Assassin's Creed”e birçok filmden açık/gizli izler taşıyan yapımın ana fikri yukarıdaki özetten de anlaşılacağı üzere “özgür iradenin” önemine dikkat çekmek. Aslında bu yönüyle popüler sinema vasatının üzerinde olduğu bile söylenebilir. CV'sinde X-Men ve Avengers serileri bulunan Zak Penn ile Matt Lieberman tarafından yazılan senaryonun bu ‘politik’ vurguların yanında Ryan Reynolds’un taşıdığı güçlü bir mizahı da var. Üstelik yalnızca ‘özgür iradenin’ önemine soyut bir vurgu yapmıyor. Amerikan toplumuna da eleştiri yöneltiyor. Birbirinin tekrarı hayatların, tek düze yaşamların, sıkıcı günlük rutinlerin içinde silinip giden karakterlerin ancak yeni bir bilinç seviyesi ile kendine gelebileceğini göstermeye çalışıyor. Ama bunu yaparken tabii ki, kaynaklarına odaklanmak yerine beklendiği üzere katıksız bir kötü seçerek onu karikatürleştiriyor. Taika Waititi’nin de Antwan karakterinde oldukça iyi olduğunu belirtelim yeri gelmişken. Yalnız Ryan Reynolds’un daha ilk dakikadan itibaren kullanılışının “Deadpool” filmleriyle aynı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Haliyle eğlenceli olmasına eğlenceli ama işin kolayına kaçan bir komedinin olduğu söylenebilir.

“Müzede Bir Gece”, “Sürüsüne Bereket” filmlerinden tanıdık yönetmen Shawn Levy, yaklaşık iki saatlik sürenin uzunca bir bölümünde ritmi tutturmayı başarsa da sonlara doğru hem görsel olarak hem de hikaye olarak klişelere sığınmaya başlıyor. Aşkın gücü, iyiliğin kapsayıcılığı, pişmanlığın erdemi derken mutlu ama açıkçası sıkıcı bir final karşılıyor bizleri…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa