15 Ağustos 2021

Selin anlattığı, iktidarın gizlediği...

Fotoğraf: Bilal Kahyaoğlu/AA

Memleket felaketler kuşatması içinde çırpınıyor. Yaklaşık on gün süren yangınlar yapacağını yaptı ve yerini tekrar sele bıraktı. Van’dan sonra Batı Karadeniz de sele teslim. Kastamonu, Sinop, Bartın’da çok ağır bir tablo var. Bu yazı yazıldığında resmî açıklamaya göre 40 kişi hayatını kaybetmişti. Yerel kaynaklar ise durumun çok çok daha vahim olduğundan söz ediyor. Yüzlerce kayıptan bahsediliyor. Sonuçta yine o aynı klişeye dönmüş oluyoruz yani: “Bugüne kadar görülmemiş, tarihin en büyük sel felaketi!”

Yangınlar için yazmıştık son yazıyı ve “görülmemiş” olanın yangın ya da sel olmadığını, sonuçların giderek ağırlaştığını, bunun da neden-sonuç ilişkisinden bağımsız olmadığını belirtmiştik. Bu kadar ‘görülmemiş’ felaketin bu denli sık görülür oluşunun nedenleri bilinmez değil. Rutin açıklamalar, hamasi nutuklar değişmedikçe biz de tekrar etmekten bıkmayacağız: Rant ve kâr uğruna doğanın bu ölçüde bir gözü karalıkla kuşatılıp tüketilmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Bu hoyratlığa izin veren, zemin hazırlayan, “bırakın çiçeği böceği, inşaata odaklanın” diyerek daha az toprak-daha çok betona teşvik eden yönetim anlayışıyla olacağı budur. “Doğal afet bu, siyasetin zamanı değil” kandırmacasının kendisi siyaset yani. Yangının, selin sonuçları, memleketin nasıl yönetildiğiyle doğrudan ilişkili çünkü. Gelişmişliği beton sarfiyatıyla ölçen 20 yıllık bu iktidarın rolünü konuşmadan doğal afetin nasıl vurup yıktığına odaklanmak, gerçeği bütünlüklü anlayamamaktır.

***

Sonuçlarının ağır olması, yangının ya da selin insanla, insanın yaşam alanıyla temasını, buluşmasını gerektirir öncelikle. Binlerce yılda oluşmuş dere yataklarını ‘ıslah’ adı altında betonla sıvayıp imara açmak, sel ile insanı buluşturmaktır. Apartmanlar, bloklar kondurarak dereleri yataklarından etmek, felaketleri insanın yaşamına davet etmektir. İnsanı acizleştiren, suyu, seli ölümcül kılan da budur. Sayısız örneğini gördük ve daha neler de göreceğiz.

Dereleri HES’lerle boğmak da aynı. Yaşanan son felakette yerle bir olan Bozkurt ilçesinin hemen yakınındaki HES’lerin rolü var mıydı? Halk var diyor da yetkili zevattan, ‘ilgisi yok, HES’ler de mağdur oldu’ gibi oldukça manidar bir yanıt geliyor. Ne anlama geliyor bu? HES’in mağduriyeti ne demektir? Duvarlar mı patladı, kapaklar mı açıldı? Yanıt bekleyen bu sorular geçiştiriliyor. Ama geçiştirilmeyen şeyler var. Yangında olduğu gibi, RTÜK basının nasıl haber yapması gerektiğini hatırlatıyor! Muhalif basının selden etkilenmiş bölgelere girişi engellenmeye çalışılıyor. Bölgeye giden Cumhurbaşkanı, belki çay dağıtmıyor bu sefer ama doğalgaz müjdesi veriyor, daha cenazeleri bulunmamış insanlara. Kredi verip vergilerinizi erteleyeceğiz diyor. Ve IBAN numaralı bağış kampanyası elbette...

Bu iş başımıza neden geldi’  konusu hiç yok ama gündemlerinde.

***

“Siyasetin zamanı değil, böyle günlerde bir olmalıyız” deniyor bolca. Öyle mi gerçekten? Ateşin yaktıklarıyla, selin götürdükleriyle bir olunabiliyor mu acaba? Her defasında tekrarlanan birlik nutukları yaşanan felaketlerin önüne geçebiliyor mu?

Bu ‘siyaset değil, birlik zamanı’ ajitasyonu, yönetenlerle yönetilenler arasındaki fay hatlarının derinleştiği gerçeğinin üzerini örtmek kaygısının ifadesi aslında. ‘Deprem paraları nereye gitti?​’ diye sormayı bile “utanmazlık” sayan bir iktidarın nasıl bir ‘birlik’ten yana olduğu açık olsa gerek.

Böylesi durumlarda halkta dayanışma duyguları güçlenir elbette. Mağdurlara yardım etmek, acılara ortak olmak... Ama bu duyguları yaşanan felaketin siyasal sorumlularıyla birlik olmaya yönlendirmek tam da siyasal manipülasyondur. Dereleri betonlayıp imara açan; üç kâğıtçı müteahhitlerin konut niyetine yaptıkları mezarlara izin veren; kentsel dönüşümü rant ve zenginleşme aracına dönüştüren; imar aflarıyla mezarlıklara giden yolları düzleyen; ağaçlara ve toprağa düşman olup betona teşvik eden; yıllarca deprem vergisi toplayıp toplanma alanlarına alışveriş merkezleri konduran; olup bitenleri ‘kaderdir, herşey Allahtan’ diye izah eden çarkın başındakilerle ‘birlik olmak’ mümkün müdür?

Saatlerce yardım bekleyen, giremediği evinin balkonuna sığınmış ikiz kızlarının sele kapılıp gidişini uzaktan izlemekle yetinen Kastamonulu çaresiz kadın için ne ifade eder bu birlik ajitasyonu?

Birlik ve beraberlik çağrısı kimler tarafından yapıldığına göre değişik manalar içerebiliyor. Bazılarının dilinde, ‘doğal afet’ten kurtulmak adına siyasal afete tutunun anlamı taşıyor aslında.

Her ‘doğal afet’ denilenin siyasal boyutu var oysa. Deprem, çığ, yangın, sel, farketmiyor. Menfezi boşalan düzen ‘doğal afet’ görünümünde bela olup fakir fukaranın, garip gurebanın başına çöküyor.

Bir kez daha yaşanan bu oluyor...

Evrensel'i Takip Et