15 Ağustos 2021

Toplumun eksilmeye değil onarılmaya ihtiyacı var

Uzun bir aradan sonra yurt dışına çıktım. Gidiş ve dönüşte havalimanında gördüklerim önceki deneyimlerime hiç benzemiyordu. Tahmin edeceğiniz üzere tarifeli uçaklarla turistik amaçla seyahat eden pek yok. Havalimanı yolcularının büyük kısmı göçmenlerden oluşuyor; ya bir yolunu bulup temelli gidenler ya da aile/ akraba ziyaretleri. Havalimanı çalışanları tedirgin ve sinirli çünkü gelirler düşmüş, seyahat eden profilden ise epey rahatsızlar. Yanımdakilere yönelen “Size iyilik de yaramıyor!” azarı tüm atmosferi özetliyor. Göçmenler sürekli sistemi bir yerlerinden delmeye çalışan “düzenbazlar” pek çoğunun gözünde, üstelik paraları da yok. Bu gözlem yalnızca Türkiye’deki havalimanıyla sınırlı değil.

Yangın felaketleri, sellerle yitip giden yaşamlar, mültecilere yönelik linç girişimi… Tüm bunların karşısında hesap vermeyen, sorumluluk kabul etmeyen, eleştireni susturmak için tüm araçlarını kullanan bir iktidar var. En kötüsünü yaşadığımızı sanıyoruz ama değil. Chicago Illinois Üniversitesi İletişim Bölümü Başkanı Zizi Papacharissi, beş yıl boyunca 30 ülkeden yüz kişiyle görüştüğü araştırmasını içeren After Democracy: Imagining our Political Future (Demokrasiden sonra: Siyasi Geleceğimizi Hayal etmek) kitabında demokrasinin paradoksunu sorguluyor. Elitler rejimi olarak adlandırdığı siyaset bir kriz içinde. Her görüşmecinin deneyimlerini anlatırken uzun uzun şikâyet ettiğini lakin sonunda hepsinin aynı değerleri, idealleri farklı sözcüklerle anlattığını söylüyor. İyimser olduğu nokta ise siyasetin hemen her yerde giderek artan biçimde yerelde örgütlendiği.

Papacharissi’nin demokrasi paradoksu olarak tanımladığı duruma farklı kültürlerden birkaç örnek verelim:

İlki Hollanda’dan. Takip edenleriniz olmuştur ülke 2020 yılında büyük bir ayrımcılık skandalıyla çalkalandı. Yaklaşık 11 bin aile 2012-2017 yılları arasında çocuk yardımı ödeneğinde vergi dairesinin bürokratik hataları ve ufak tefek eksiklikler nedeniyle “sahtekarlık” yapmakla suçlandı. Ailelerin bazılarına 50 bin Euro’dan fazla ceza kesildi. Bu ailelerin hemen tümünün göçmen olması bir tesadüf değildi. Skandal, koalisyon hükümetinde yer alan Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA) üyesi Pieter Omtzigt’in ısrarlı takibiyle ortaya çıktı. Düşük gelirli aileler karşılaştıkları büyük miktar borcun yanı sıra “sahtekar” olarak yaftalandıkları için büyük mağduriyetler yaşadılar. Geçen Ocak ayında Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi (VVD) lideri Mark Rutte’nin başında bulunduğu hükümet istifa etti. Ancak ülkeyi seçime götürme görevi yine kendisine verildi. Mart ayında yapılan seçimlerde VVD zaferle çıktı. 2010’dan beri ülkeyi yöneten, Rutte, yeni hükümetin basına kapalı koalisyon görüşmelerinde Omtzigt’in “başka yerde değerlendirilmesi”ni şart koştu. Bu iddiayı “Kalbimin derinliklerinden ayak parmaklarıma kadar ne olduğunu biliyorum asla yalan söylemedim” diyerek reddetti. Yalanı bir fotoğraf ortaya çıkardı. Görüşmeler sırasında Covid testi pozitif çıkan Demokratların (D66) üyesi Kajsa Ollongren koşarken koalisyon görüşme tutanaklarını elinde tutuyordu. Bu fotoğrafı çeken gazeteci elbette tutuklanmadı, gözaltına alınmadı ya da vatana ihanetle suçlanmadı. Gazeteciye başarısı teslim edilirken Rutte, hafızasının pek iyi olmadığını söyledi, halen ülkenin başında. Omtzigt ise dışlandı.

Türkiye ile aynı günlerde yangınlarla boğuşan Yunanistan’da insanlar hükümetin beceriksizliğini protesto etmek için Sintagma meydanında günlerce gösteri yaptılar. Protestocular hükümeti insanın önüne kârı koyarak ülkenin yanmasına göz yummakla, yangın söndürme araçlarına değil savaş uçaklarına polise para akıtmakla suçladılar. Göstericiler gözaltına alınmadı, şiddet görmedi. Hava Kuvvetleri Komutanı istifa etti, Başbakan Miçotakis başarısızlıkları nedeniyle özür diledi, geçen hafta kabinesinde minik değişiklikler yaptı. Felaketten sorumlu hiç kimse istifa etmedi ya da yerinden olmadı onun yerine yeni atamalar ve kabine içinde görev değişiklikleri yapıldı.

Yangın felaketini 69 ölümle Türkiye ve Yunanistan’dan çok daha ağır yaşayan Cezayir’de de hükümetin beceriksizliği açıktı. Twitter’da yardım çağrıları #PrayforAlgeria etiketi altında dünya çapında gündem oldu. Tahliyelerin büyük bölümü sivil örgütlenmeler sayesinde gerçekleşti. Muhalefet partileri hükümeti geç kalmakla eleştirdi. Sistematik olarak gazetecilerin, aktivistlerin tutuklandığı ülkede Devlet Başkanı ölenleri şehit ilan etti. Televizyonda ellerini masaya vurarak "Birlik içinde kalmalıyız! Cezayir devleti ve halkı da bölünmezdir” dedi. Elinde hiçbir kanıt olmadan sabotaj iddiasında bulundu. Sonunda yangın söndürme mücadelesine destek için gelen müzisyen ve aktivist Djamel Bensmail hedef gösterildi, linç edildi ve yakıldı. Cezayir’li din alimleri, bu linçin sorumlusunun sosyal medya olduğunu söyledi.

Bu üç örneği vermemin nedeni aralarında siyasal kültür, “medeniyet” kıyaslaması yapmak değil. Bildiğimiz siyasetin dünyanın hemen her yerinde kapitalizm ve onun yarattığı iklim krizinin sonuçlarıyla boğuşurken ne kadar işlevsiz kaldığını göstermek. Hükümetler kaynaklarını insani olmayan hatta yeni felaketler üreten alanlara aktarırken insanlar çaresiz. Otoriter rejimlerde sorumluluğun maliyeti “düşmanlara” yüklenir, ötekiler linç edilir, itiraz eden susturulurken, daha demokratik ve medeni görünen ülkelerde sorumlular yalnızca hesap verirmiş gibi yapıyor. Muhalefetin ürettiği siyaset ise toplumları daha iyisine ikna edemiyor.

Geçen Salı Halk TV’de Ayşenur Arslan’a konuk olan CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır, mülteci sorununun çözümü için “Siz bir kişiyi (Recep Tayyip Erdoğan’ı kast ediyor) yollarsanız biz altı milyon kişiyi yollayacağız” sözü verdi. Altı milyon kişinin yollanmasının hukuki olarak mümkün olmaması bir tarafa insanın aklına şöyle bir soru geliyor “bu topraklara çaresizlikten sığınmış altı milyon insanı iradeleri dışında sürmeyi vaat eden bir siyasetçi sonrasında bana neler yapmaz?​”, “Biz gelince ülke daha demokratik olacak, gazeteciler tutuklanmayacak, herkes kendisini özgürce ifade edecek”in garantisi ne?

Bu ülkede iktidar değişimleri zaten hep var olandan kurtulma motivasyonuna dayandı. AKP de böyle iktidara geldi, ancak gelinen bu noktaya rağmen muhalefet bir heyecan yaratmıyorsa siyaset yapma biçimini, söylemini gözden geçirmeli. Toplumun tutkalı farz edilen mülteci karşıtlığı üzerinden söylenenler, yazılanlar, atılan manşetler iktidara gelirse muhalefetin tutumu hakkında hiç de iyi sinyaller vermiyor. Oysa insanlar yerelde dayanışıyor, mücadele ediyor. Bir taraftan çok çaresiz, çok umutsuz gibi görünürken diğer taraftan bir kaya oyuğunda yeşerir gibi canlanan yerel yerel direnişler, dayanışma ağları var. Elazığ depreminde elleriyle toprağı kazıp bir aileyi kurtaran Suriyeli Mahmud El Osman’ı, Marmaris’te elleri yanan Adıyamanlı garsonu, üç kuruş paraya, kimliksiz sigortasız çalışan ama Arzu Sabancı’nın görmek istemediği mülteci işçileri, Türkiye’de kalmaktansa Yunanistan’da çağrı merkezlerinde buradaki mültecilerin koşullarında çalışmaya razı gençleri, hepimizi kapsayan umutlandıran bir siyaset üretemeyenin sesi daha gür çıksa, hazırcevaplıkta herkesi geçse de etkisi topluma geçmiyor. Sözün özü, kimsenin yeni Erdoğanlara, Trumplara, Bolsonarolara ihtiyacı yok.

Evrensel'i Takip Et