17 Ağustos 2021 00:05

Afganistan'ı ne bekliyor?

Taliban üyeleri Kabil Havalimanı önünde

Taliban üyeleri Kabil Havalimanı önünde | Fotoğraf: Haroon Sabawoon/AA

Paylaş

2001’de ABD-NATO müdahalesi sonrasında iktidarını kaybeden Taliban’ın Başkent Kabil’e girmesi, Afganistan’da yeni bir dönemin başladığını haber veriyor. Ancak Afganistan’ın bu yeni döneminde birçok belirsizliğe gebe olduğunu şimdiden söylemek gerekiyor. Üstelik bu belirsizlikler sadece Taliban’ın 1996’da iktidarı ele geçirmesinden sonra kurduğu ‘korku rejimi’ne dönülüp dönülmeyeceğiyle sınırlı değil. Asıl belirsizlik Talibanlı Afganistan’ın bölgede emperyalistler arasında devam eden paylaşım/egemenlik mücadelesinde nasıl bir pozisyon alacağı ve alınacak pozisyonun ne gibi sonuçlara yol açabileceğinden kaynaklanıyor. Çünkü Orta Asya, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu arasında bir geçiş bölgesi olan Afganistan; ABD, Çin ve Rusya’nın başını çektiği, Hindistan, Pakistan ve İran gibi bölge ülkelerinin dahil olduğu ve Türkiye’deki Erdoğan iktidarının da pozisyon almaya çalıştığı bir egemenlik mücadelesinin önemli merkezlerinden biri konumunda bulunuyor. Dolayısıyla bugün Taliban’ın yönetimi ele geçirmesini de bölgedeki bu mücadelenin yarattığı dengelerden bağımsız düşünmemek gerekiyor.

Bugün Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi sonrasında Afganistan birçok belirsizliğe gebe olsa da bu durum Afganistan’da olup bitenden çıkartılması gereken önemli dersler olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Öte yandan emperyalist güçler arasındaki egemenlik mücadelesinin dünyanın farklı bölgelerinde daha belirgin bir hal alıp keskinleşmeye başladığı bir süreçte Afganistan’da yaşananlar, bize belli olgulara dayanarak kesin yargılara varmanın ne kadar yanıltıcı olabileceğini de gösteriyor. Dün Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in ordunun desteğini alarak İhvancı Ennahda’yı yönetimden uzaklaştırmasını “siyasal İslam’ın sonu” olarak ilan edenler bugün Afganistan’da ABD’nin siyasal İslam’ın bir başka temsilcisi Taliban’a yenildiğini ilan etmekte beis görmüyorlar. Oysa mevcut siyasal tablo siyasal İslam’ın da ABD hegemonyasının da sonunu ilan etmek için henüz erken olduğuna işaret ediyor.

Ancak şu söylenebilir: ABD’nin Afganistan’da Taliban ve Irak’ta Irak merkezi hükümeti ile yaptığı askeri çekilme anlaşmaları, “Önleyici Savaş Stratejisi”nin sonuna gelindiğini gösteriyor. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra dönemin ABD Başkanı Bush tarafından gündeme getirilen bu strateji, ABD’nin “kendisine yönelmesi muhtemel tehditleri önceden ve yerinde yok etme hakkına sahip” olduğu iddiasına dayanıyordu. ABD’nin 2001 Afganistan ve 2003 Irak müdahalesi bu strateji temelinde ve Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar bütün bölgedeki (Genişletilmiş Ortadoğu) rejimlerin ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet edecek şekilde dizayn edilmesi amacıyla gerçekleştirilmişti. Gelinen yerde ABD’nin bu hedefini gerçekleştirdiği söylenemezse de ABD’nin bölgedeki hegemonyasının çözüldüğü de söylenemez.

Afganistan’da yaşananların dönüp dolaşıp bir kez daha dünyanın gözüne soktuğu gerçek ise şudur: Emperyalistler dünyanın hangi bölgesine istikrar, barış, demokrasi ve refah götürme iddiasıyla müdahale ettilerse orayı iç çatışma ve istikrarsızlığın, yıkımın, göç, açlık, yoksulluk ve ölümün pençesine ittiler. Afganistan’ın yanı sıra Irak, Libya ve Suriye hâlâ bu emperyalist yağma ve yıkım politikalarının enkazı durumundalar.

Peki, Afganistan’ı bundan sonra ne bekliyor?

Başkent Kabil’in ele geçirilmesi sonrasında Taliban tarafından yapılan “uluslararası toplumla diyaloga açık oldukları” açıklamaları, Taliban’ın nasıl bir yol izleyeceğinin ipuçlarını da veriyor. Görüldüğü kadarıyla Taliban, bu kez kendi yönetimini meşrulaştırmak için emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanmaya ve bu temelde bir diplomasiye ağırlık vermeyi amaçlıyor. Zaten Taliban bir süreden beri Çin ve İran ve son zamanlarda da Rusya ile bu temelde diplomatik ilişkiler geliştirmeye çalışıyordu-ki, temmuz ayında Taliban’dan bir heyet Moskova’yı ziyaret etmişti.

Burada Taliban’ın bu yeni arayışlarında Pakistan etkisini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bilindiği gibi Pakistan, kurulduğu günden bu yana Taliban üzerinde büyük bir siyasi etkiye sahip bulunuyor. İşte ABD’nin Çin’i durdurmak için “Hint-Pasifik” merkezli bir strateji yönelmesi, Hindistan’la rekabet ve düşmanlık ilişkisi içinde olan Pakistan’ı yeni müttefikler aramaya itiyor. Pakistan da bu temelde ABD’nin en büyük bölgesel rakipleri Çin, İran ve Rusya ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor.

Tam bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pakistan’a ihraç edilen “4 korvetin ilkinin denize indirilme töreni”nde yaptığı konuşmaya dikkat çekmek gerekiyor. Belli ki mesajlarını vermesi için düzenlenmiş olan bu törende konuşan Erdoğan, “Afganistan’da barış ve istikrar için Pakistan’a büyük görevler düştüğünü ve kendilerinin de bu konuda üzerlerine düşeni yapacaklarını” söylüyor. Birkaç gün önce katıldığı bir televizyon programında Taliban lideri ile görüşebileceğini de söyleyen Erdoğan’ın Pakistan üzerinden verdiği mesaj, Afganistan’daki yeni süreçte pozisyon alma arayışını ortaya koyuyor.

Erdoğan’ın birkaç gün önce katıldığı bu televizyon yayınında (CNN Türk-Kanal D ortak yayını) “Sınırlarımızda abartıldığı gibi düzensiz bir göç dalgası söz konusu değil” derken Taliban’ın Kabil’e girmesi sonrasında “Giderek yoğunlaşan Afgan göçmen dalgasıyla karşı karşıyayız. Bunu önlemek için Pakistan ile iş birliğini arttırarak sürdürmemiz gerekiyor” demesini de yeni gelişmeye bağlı olarak pozisyon alma arayışı kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Çünkü daha önce ABD Başkanı Biden ile yaptığı anlaşmaya bağlı olarak Afganistan’da rol üstlenmeye çalışan Erdoğan, artık bunun koşullarının kalmadığını gördüğü için bu kez Pakistan üzerinden böylesi bir role soyunuyor. Başka bir deyişle daha önce Kabil havaalanında üstleneceği rol üzerinden ABD ve batılı emperyalistlerle ilişkileri restore etmeye çalışan Erdoğan, yeni durumda da oyun dışı kalmak istemiyor. Bu nedenle de kader birliği yaptığı tekelci burjuvazinin en gerici ve saldırgan kesimlerinin çıkarları temelinde Türkiye’yi Afganistan’da yeni gerilim ve çatışmaların içine sokmakta hiçbir tereddüt göstermiyor.

Burada Afganistan’da “barış ve istikrar için” Taliban liderleriyle görüşebileceğini söyleyen Erdoğan’ın Türkiye’nin kırk yıllık kanayan yarası olan ve bölgede barışın tesisi için büyük önem taşıyan Kürt sorununda neden böyle bir yol izlemediği sorusu da ayrı bir tartışma konusudur.

Toplamı üzerinden söylemek gerekirse; Afganistan’da dün altın varaklı saraylarda yaşayan savaş ağalarının yerini Taliban’ın alması, Afganistan’da halkın yaşadığı yıkım tablosunun ağırlaşarak devam etmesinden ve yeni göç dalgalarının yaşanmasından başka bir sonuç doğurmayacaktır. Dolayısıyla bugün Afganistan’da yaşananlar emperyalistlerden ve bölgesel işbirlikçilerinden kurtulmadıkça bölge halklarının bu kara kaderlerinin de değişmeyeceğini acı bir şekilde gösteriyor. Ve bizler için bu yıkım tablosuna karşı tutum almak, her şeyden önce yayılmacı emeller peşinde koşan ülke gericiliğine karşı mücadeleden başlıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa