18 Ağustos 2021 00:32

Yepyeni dünya düzensizliği

Taliban üyeleri Kabil Havalimanı önünde

Taliban üyeleri Kabil Havalimanı önünde | Fotoğraf: Haroon Sabawoon/AA

Paylaş

ABD uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek görüntüler eşliğinde Afganistan’dan çekildi ve böylece Amerikan tarihinin en uzun süren askeri macerası son buldu. Afganistan’daki siyasi hedeflerin ulaşılamaz olduğu aslında yıllardır belliydi. Bu bakımdan bir sürpriz yok, ancak yine de Biden’ın çekilme kararının ve ardından oluşacak tablonun kendi başına bir etki yaratacağını kestirmek yanlış olmaz.

Sosyal ve yazılı medyada sık sık ABD’nin 1975’te Saygon’dan çekilişinin hatırlatılması bir tesadüf değil. Kabil’den gelen görüntüler kuşkusuz Saygon’u andırıyor. ABD’nin kesin askeri üstünlüğe sahip olduğu bir savaşı daha kaybetmesi Afganistan’ı Vietnam’a benzetmek için bir vesile sunuyor. Ancak hadisenin tarihsel biricikliğini hakkıyla kavramak için benzerlikler kadar farklılıkları da vurgulamalıyız.

Vietnam Savaşı İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan liberal dünya düzenini yerle bir etmişti. 1968’de yükselen savaş karşıtlığı önce ABD sonra Batı Avrupa’daki sosyal devletin meşruiyetini onarılmaz bir şekilde sarsmış ve siyasal sistemin bir türlü cevap veremediği bir dizi toplumsal hareketi tetiklemişti. 1975’te Nixon Vietnam’dan çekildiğinde ise 1968 çoktan yenilmiş ve neoliberalizm adım adım mevzi kazanmaya başlamıştı.

1971’de Başkan Nixon savaş sonrası liberal düzenin temelini oluşturan doların altına konvertibilitesini kaldırarak ilk ciddi adımı atmıştı. Bunu takiben Nixon 1972’de Çin’i ziyaret ederek tarihsel bir adım atmış, o ana kadar ABD’nin dışladığı bu büyük devleti uluslararası sisteme dahil etmişti. Bu hareket Vietnam yenilgisini telafi edebilecek, yeni bir Asya stratejisi kurabilecek kapsamda bir hamleydi. Bundan böyle Çin yavaş yavaş küresel kapitalizmle bütünleşecekti. Bir yıl sonra 1973’te karbon enerjisine dayanan Batı demokrasilerini kökten sarsan Petrol Krizi’ne cevaben ABD, Bretton Woods sistemi ilga etmiş, IMF ve Wall Street öncülüğünde yeni bir küresel ekonomi siyasetine yönelmişti. Saygon fiyaskosu bütün bu gelişmelerin üstüne geldiğinde uluslararası ilişkilerde ABD hegemonyasının çökmekte olduğu konuşulur olmuştu. Üstelik bu tezi dillendirenler solculardan ziyade Robert Keohane ve Joseph Nye gibi liberallerdi. Bunlara göre ABD hegemonyası çökse bile ABD’nin yarattığı kurumlar bu kurumlardan fayda sağlayan devletlerin eş güdümüyle yaşamaya devam edebilirdi.

Ne var ki ABD hegemonyasının çöküşü tezlerinin ne kadar yersiz olduğu çok zaman geçmeden anlaşıldı. 1980’lere geldiğinde kimi uluslararası ilişkiler uzmanları “yükselen tehdit Japonya”dan söz etse de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle 1970’lerde yaşanan geçiş döneminin ABD’nin hegemonyasının çöktüğü değil, restore edildiği bir dönem olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koydu. 1990’lara gelindiğinde ABD Birinci Körfez Savaşı’yla beraber yeni dünya düzenini ilan ediyordu. Bir yandan Bosna ve Kosova müdahaleleri üzerinden yeni bir küresel askeri düzen, diğer yandan ticari ve finansal serbestleşmeyle küresel bir ekonomi politik düzen ABD ve Batılı müttefiklerine tarihte eşine az rastlanır bir öz güven veriyordu. Ta ki 11 Eylül 2001’e kadar. O gün ABD’deki terör saldırıları uluslararası sistemin hegemon devletini Afganistan’da ve Irak’ta tarihinin en uzun savaşlarına götürecekti. Üstelik ABD bu savaşlarda askeri zaferlerine rağmen siyaseten yenilgiye uğrayacak, İran, Rusya ve Çin gibi düşmanları ise görece güç kazanacaklardı.

Biden’ın Afganistan kararını bu tarihsel geri plan çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Eğer ABD yeni bir hegemonya restorasyonunun eşiğindeyse o zaman Biden’ın da (Nixon’ın yaptığı gibi) yeni siyasi aktörleri uluslararası sisteme dahil etmesi (mesela İran?) ve Atlantik-Pasifik havzasını bütünleştiren yeni bir küresel ekonomi politik mimari önerebilmesi (mesela yeşil yeni mutabakat?) gerekiyor. 1975 Saygon’dan farklı olarak 2021 “Kabil momenti” jeopolitik ve ekonomi politik hamlelerden önce geldi. Dolayısıyla bu momentin bir yenilenme, bir restorasyon olarak algılanması şu anda pek mümkün değil ve siyasette algı vazgeçilmez bir kaynak. Biden’ın ABD’nin liderliğini kanıtlayacak bir hamle sergileyememesi halinde göreve geldiğinden beri kurgulamaya çalıştığı oyunun rakipleri tarafından bozulması işten bile değil.

Afganistan fiyaskosu Saygon’dan farklı olarak ABD hegemonyasının onarılmaz bir biçimde erozyona uğradığını gösteriyor olabilir. Hegemonya sorununu değerlendirebilmek için 1970’lere uzanan bir tarihsel perspektif benimsememiz şart. Nitekim bugün uluslararası sistemde sorun olarak tanımlanan hadiselerin hepsinin kökeni 1970’lere dayanıyor: Çevre krizi, göç krizi, neoliberalizmin krizi, popülist otoriterlik, yükselen İslamcılık ve tabii ki 1979 Sovyetler’in Afganistan işgali. Son elli yılın ertelenen kriz birikimi kapımıza dayanmış durumda ve lakin çözüm sunacak aktörler henüz sahnede yok.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa