19 Ağustos 2021 00:53

"Gerçek İslam bu değil!"

Afganistan'da kontrolü ele alan Taliban güçleri.

Fotoğraf: Mir Ahmad Firooz Mashoof/AA

Paylaş

Bu yazının başlığı, aslında ‘Şeyhülislam Ahmet Hakan Efendi’den Taliban ve Gerçek İslam Üzerine Fetvalar’ olacaktı. Çünkü Ahmet Hakan, Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi sonrasında tıpkı bir şeyhülislam (Osmanlı’da din üzerine fetvalar veren en yüksek din görevlisi) gibi Taliban ve gerçek İslam konusunda neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda bize fetvalar veriyor. Ancak bu oldukça uzun başlık yerine A. Hakan’ı, zamanında kendisinin de eleştiri konusu yaptığı bir başlık üzerinden eleştirmek daha doğru göründü: Gerçek İslam Bu Değil!

Evet, zamanında ‘Gerçek İslam bu değil’ korosunu eleştiren A. Hakan, bugünlerde bu koronun medyadaki sözcülerinden biri haline gelmiş bulunuyor.

A.Hakan 16 Ağustos tarihli yazısında “YANLIŞ: Taliban şeriat ilan etti. - DOĞRU: Taliban güya dinden çıkardığı ilkelliği hayata geçirdi” diyor. Yani Taliban’ın kurduğu düzenin şeriat olmadığı ve Taliban’ın İslamcı bir yönetimi temsil edemeyeceği fetvasını veriyor.

17 Ağustos tarihli yazısında da “Barış dini olan İslam’ın Taliban’ın elinde aldığı şekle bakar mısınız? Taliban, bir tür İslam karşıtı propaganda makinesi değilse nedir?” sorularını soruyor. Böylece Taliban’ın İslamcı yönetim anlayışını temsil edemeyeceği tezini bu kez sorduğu sorular üzerinden ortaya koymaya çalışıyor.

En başından söyleyelim: Burada derdimiz A. Hakan’ın kişi olarak nereden nereye geldiği değil; bugün tipik bir temsilcisi haline geldiği ‘gerçek İslam bu değil’ görüşünün neye/kime hizmet ettiğidir.

Yanlış da anlaşılmasın; Taliban’ın 1996’da Afganistan’da yönetimi ele geçirmesinden sonra insanlık tarihinin görüp görebileceği en barbar ve insanlık dışı yönetim biçimlerinden birini oluşturduğu konusunda A. Hakan ile hemfikiriz. Bu nedenle A. Hakan’ın Taliban’ın yönetimi yeniden ele geçirmesi sonrasında kaçmaya çalışan insanların yaşadıkları korku ve tedirginliğe dair söylediklerine de katılıyorum.

Burada A. Hakan ve sözcülüğünü yaptığı çevrelerin yanıtlaması gereken soru/sorun şudur: Taliban ne yapsa ilan ettiği ‘şeriat’ İslam’a uygun olacak ya da nasıl bir yönetim kurarsa ‘Hah işte gerçek İslam budur’ diyecekler?

Mesela Taliban sözcüsünün artık burka (Afganistan’a özgü her tarafı kapalı ve yüz kısmı kafesli bir giysi) giyme zorunluluğunun kalktığı ama bütün kadınların başörtüsü takmasının zorunlu olacağı açıklamasıyla ferahlamalı mıyız?

Taliban gerçek İslam değil de 9 yaşındaki kız çocuğunun evlenebileceğini, bir babanın öz kızına şehvet duyabileceğini, bir erkeğin mesajla bile eşini boşayabileceğini söyleyen Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı mı gerçek İslam’ı temsil ediyor?

Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’nin kuvayımilliyesi dediği ÖSO’nun Alevi bir Suriyeli askerin kalbini yiyen komutanı (Halid Ebu Sakkar) gerçek İslam’ın neresinde?

Yine cihatçı gruplarla birlikte yapılan Afrin operasyonunda işgalci çetelerin kenti yağmalama görüntülerinin ortaya çıkmasından sonra bazı gruplarda ganimetçi bir anlayış olduğunu söyleyen Erdoğan değil miydi? Peki, “kafirlerle savaş”ta ganimet hak olarak görüldüğüne göre, halkın mallarını yağmalayan, kadınları köleleştiren bu çetelere ne diyeceğiz?

Ne zaman bir IŞİD barbarlığı gündeme gelse savunma da hazırdı: Gerçek İslam bu değil!

Tamam da o zaman daha önce Merdan Yanardağ’ın da dikkat çektiği gibi, “IŞİD’in Irak ve Suriye’deki medreselerinde uygulanan müfredat ile Türkiye’de imam hatip okullarında verilen eğitimin ve referans alanlarının aynı olması”na ne diyeceğiz?

Bütün bu örnekler bize A. Hakan gibilerinin görmek istemedikleri, daha doğrusu üstünü örtmeye çalıştıkları bir gerçeği gösteriyor: En “ılımlı”sından radikaline bütün siyasal İslamcılar aslında aynı esaslarda birleşiyor. Dolayısıyla bunlar arasındaki farklar temelde değil; döneme ve koşullara göre uygulamalardaki farklılıklardan ibarettir.

O yüzden Erdoğan, Taliban için “Türkiye, onun inancıyla ilgili ters bir yanı yok” derken doğruyu söylüyordu!

Gelinen yerde bir yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak için şu noktaya da dikkat çekmek gerekiyor: Burada tartışma konumuz İslam dini ya da insanların inançları değil, siyasal İslamcılıktır.

Nedir siyasal İslamcılık?

Siyasal İslamcılık, en “ılımlı”sından en radikaline iktidarı ele geçirip dini esaslara dayalı bir yönetim anlayışını egemen kılmaya çalışan siyasal güçler için kullanılan bir tanımdır. Siyasal İslamcılık, savunulduğunun tersine Müslüman halkların inançlarını özgürce yaşayabilmelerinin önünde de bir engeldir. Çünkü siyasal İslamcılar iktidara geldiklerinde dini inançların kendi koydukları kurallar ve kendi yönetimleri eliyle örgütledikleri mekanizmalar dışında yaşanmasına da izin vermezler.

Sosyalizmin yakın tehdit olarak görüldüğü dönemlerde Sovyetler Birliği’ne karşı siyasal İslamcılığın örgütlenmesini özel olarak teşvik edip destekleyenler ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerdi. Unutmayalım ki, bugün Taliban’ın bir tehdit olduğunu söyleyen emperyalistler, zamanında Taliban’ın da içinden çıktığı Afgan “mücahitler”e güzellemeler yapıyorlardı.

Yine unutmayalım ki, AKP 20 yıl önce emperyalist ideolog ve teorisyenlerin İslam coğrafyasında laik yönetim ısrarından vazgeçilmesi, İslam ülkelerinde emperyalist kapitalist sistemle ve neoliberal politikalarla uyumlu “ılımlı İslamcı” güçlerin desteklenmesi gerektiği propagandasını yaptıkları bir dönemde kurulmuş ve ilk seçimlerde iktidara gelmiş/getirilmişti.

Erdoğan’ın her fırsatta rehber almakla övündüğü N. Fazıl da Sovyetlere karşı ABD emperyalizmi ile iş birliği yapılmasını açıktan savunuyordu.

Siyasal İslamcılar ister Libya ve Suriye savaşlarının ilk dönemlerinde olduğu gibi emperyalistler tarafından doğrudan desteklensin, isterse Taliban ya da daha sonra IŞİD örneğinde olduğu gibi o ülkeye müdahalenin gerekçesi yapılsınlar, her biçimde emperyalistlerin Müslüman halkları köleleştirme, İslam coğrafyasının zenginliklerini yağmalama politikasının kullanışlı araçları durumundalar.

Bu nedenle Müslüman halkların emperyalistlerden kurtulmaları için aynı zamanda siyasal İslamcılardan da kurtulmaları gerekiyor.

Çünkü siyasal İslamcılar, demokrasiye düşmandır ve seçimle iktidara geldikleri yerlerde bile demokrasiyi sadece bir araç olarak görürler.

Çünkü siyasal İslamcılar, işçi sınıfı ve emekçilerin her türlü hak arayışını ve bu arada grevi “fitne, fesat” olarak görmekte; işçileri kölece çalışmaya mahkum eden bu düzen zekatını veren “mü’min patron”a hizmet etmektedir!

Çünkü siyasal İslamcılar, kadını, hak ve özgürlükleri erkek tarafından belirlenen ikincil bir cins olarak görürler.

Bugün Türkiye’yi de “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” diyen, kadınların hak eşitliğini tehdit olarak gördüğü için ilk fırsatta İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan, işçilerin grevlerini yasaklamakla övünen ve bugün biraz utangaçça da olsa laikliği anayasadan tamamen çıkarmayı amaçlayan, yani burjuva gericiliğin hizmetinde olan siyasal İslamcı bir iktidar yönetiyor.

O yüzden mesele Taliban modeli değil, siyasal İslamcılığın kendisidir ve Müslüman halkların siyasal İslamcılara karşı mücadele etmeden emperyalist yağma ve savaşlardan kurtulmaları da mümkün değildir.

İşte A. Hakan Taliban için “Gerçek İslam bu değil” derken aslında siyasal İslam’ın iyisinin de olabileceği algısını yaratmaya çalışıyor. Başka bir deyişle Taliban’ı eleştirirken bile Müslüman halklara siyasal İslamcıları “kurtarıcı” olarak pazarlıyor.

Bugün Taliban’a ve her renkten Talibanlara karşı çıkmanın yolu; demokrasiyi, emeğin haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve devletin dinden elini çektiği, bütün inançların eşit biçimde birlikte yaşayabileceği gerçek bir laikliği savunmaktan geçiyor. Tam da bu nedenle Türkiye’de AKP-Erdoğan gericiliğine karşı mücadele edilmeden Taliban’ı eleştirmek aslında bu gericiliğin aklanmasına hizmet ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa