21 Ağustos 2021 00:19

Manuel devlet yönetimi felaket getirir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kabine Toplantısında iken

Fotoğraf: Murat Kula/AA

Paylaş

Devlet yönetimi, eğer yönetilen kabile değil de gerçekten devlet özelliği taşıyan bir toplum ise, anlık ve bir kişinin iradesine göre değil, saptanmış ve herkese açık objektif kurallarla gerçekleştirilir. Kamu yönetiminde alenilik aleniyeti önceler; şöyle ki, alenilik her konunun halkın bilgisinde olmasını değil, halkın yegane temsilcisi olan parlamentonun bilgisinde olmasını ifade eder. En üst düzey siyasiler dahi zorunlu olarak bu genel ilkeye uymak zorundadır, eğer ciddi ve basiretli bir devlet yöneticisi ise! Muhalefet, ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı arasındaki görüşmenin detaylarını soruyor. Son derece haklıdır. Bu kritik görüşme, tüm detaylarıyla, içerik ve olası sonuçlarıyla parlamentoda görüşülüp, bir  şekilde aleni konuma getirilmelidir. Hukuk sistemini etik anlayışıyla birleştiremeyen yüksek hukuk alimleri(!) bu ucube sistemi ihdas ederken neye hizmet ettiklerinin bilincini taşıyor mu idi? Diyelim ki son gizli oturumda bazı kararlar alındı ve diyelim ki, bu karar sahiplerinden biri bir şekilde ciddi bir tıbbi sorunla karşı karşıya kaldı. Bu durumda açığa çıkmamış kararlar nasıl uygulanacak? O nedenle, ciddi devlet işlerinin daima resmi tanıklar huzurunda yapılması ve/veya zabıt tutularak kayıt altına alınması ciddi yönetim ve temel hukuk kuralıdır.

Türkiye’de ise devlet işleri otomatik işleyiş sürecinden uzaklaştırılmış ve bir kişinin iradesiyle manuel ve anlık yönetime bağlanmıştır. Freni olmayan bir sistem! Tüm anlık ve çoğu durumda alınan isabetsiz kararlar, toplumun uluslararası arenada itibarını sarsan gereksiz beyan ya da işlemler tümüyle manuel yönetimin sonucudur. Bu yönetim sisteminde iktidar partileri dışındaki tüm parti milletvekillerinin parlamentoyu veto etmemesi, hukuk sistemini ya da medyayı olduğu gibi, parlamentoyu da kendi iradesinin araçsallaştırılmış organı haline getiren iktidar ortaklarına destek vermesi ve bu kuralsız gidişata alet olması anlamındadır. Siyaset, devamlı gözönünde olmak demek değil, toplumsal kararların temerküz yeri parlamentonun itibarının korunması demektir!    

Etiopya Lideri Abiy Ahmed Ali’nin konuşmasının kasıtlı çevirisi, Türkiye’deki Gülen hareketine karşı mücadelenin kişisel niteliğinin ve derin sahteliğinin olduğu kadar, var olan siyasi yapının Taliban’la özdeşleşme art niyetinin de göstergesidir. İktidar koalisyonunun Taliban’a yaklaşmasının, iç siyasette gericiliğin meşrulaştırılmasında önemli rolü söz konusudur. Şunu unutmayalım ki, İkinci Paylaşım Savaşı’ndan beri sürdürülen, Erbakan hareketi ile hızlandırılan ve AKP’nin de açık mücadelesi ile girişilmiş emperyalist destekli gerici siyasetin tüm çabalara rağmen, gidişatın müstevlilerin emelleri doğrultusunda ve istedikleri hızda yol alamaması içimize su serpiyor olmakla beraber, politikayı parçalı düşünmek bu sınırlı inşirah algımızı karartmaktadır.

Bu konuyu iki alt başlıkta açmak durumundayım. Birincisi, duygusal ve yanlış boyutuyla algıladığımız göç hareketi; ikincisi ise, birincisini tamamlayıcı niteklikli kasıtlı yanlış tercümedir. “Merhametten mazarrat doğar” özdeyişini doğrularcasına, emperyalist ve bazı siyasilerin insanlar üzerine siyaset yaparak, kendi emellerini gerçekleştirme arzuları sonucunda insanların farklı ülkelerde sığınmacı konumuna getirmesi siyaseten insancıl olamaz, bu meşum siyasetin sonucunu adeta hafifletici insancıl duyguların ortaya saçılması ise, tüm samimiyetine rağmen, aynı meşum siyasetin tamamlayıcı uzantısı olarak işlev görür. Doğal olarak, bir ülkeye çaresizce sığınanlara ülke kucak açar, açmalıdır da! Her ülke halkı kendi ülkesinde huzur içinde yaşamak ister. Günümüzün göçü doğal sebeplerden çok, emperyalist siyasi sebeplere bağlıdır. Siyaset duygusal temeller üzerine değil, akılcı ve insanî temeller üzerine inşa edilmelidir.

İkinci mesele, kasıtlı yanlış tercümenin gösterdikleridir. Şu ünlü özdeyişi lütfen hiç unutmayalım: Koloni yönetiminden çıkan devletlerde emperyalist yönetim biçimi hüküm sürer. Türkiye koloni değildir, bir İmparatorluğun ulus devlet halindeki devamıdır. Bu süreçte ve günümüzde, Batı’nın devlet ve ekonomi olarak husumetini anlamak, bu bağlamda Kurtuluş Savaşını ve Atatürk’ü yerli yerine oturtmak ve bunun tersinden AKP’nin zihniyetini ve dinmeyen hırsını okumak durumundayız. Kurtuluş mücadelemizi, Sovyetler’in kuruluş dönemine denk düşmüş, yakın destek ve yardımlaşmaya sahne olmuş, bazı sömürge halklarının ayaklanmasını tetiklemiş bir süreç olarak düşündüğümüzde, tüm bu nedenlerle Kurtuluş Mücadelesine ve Atatürk’e Batı’nın şiddetle karşı olması anlaşılır değil mi? Peki, Batı’nın karşıtlığı kendi çıkarları doğrultusunda haklı görülebilir de, iç siyasilerin bu denli karşıtlığını acaba salt laiklik sahte örtüsü ile mi, yoksa daha geniş bakış açısıyla, Batı çıkarlarına hizmet algılaması ile mi ele almak daha gerçekçi olur!  

İşte, göç meselesini salt insani boyutuyla ele almanın ne denli hata olduğu, yanlış tercüme meselesinin ne denli Batı yanlılık olarak algılanması ile netleşir. Mesele insana değil, tarih bilinci ile siyasete karşı olmaktır!                

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa