Kim kimi denetler?

Hayatımız kararnameler ve genelgelerle yönetilirken, 12 Eylül darbesinin ve bu darbe Anayasasının her bir kararnamedeki tortusunun hayatlarımızı adım adım sınırlandırıp kıskaca almasını hep birlikte izliyoruz. Bir zamanlar sınırlı da olsa güçler ayrılığı kapsamında tanımlanmış denetim sivil denetim mekanizmalarına parmak sallarken, güçler ayrılığının tümden yok edildiği Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde uçsuz bucaksız yetkilerle donatılarak 15 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan 5 nolu Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “tüm kamu kurum ve kuruluşları, sermayesinin yarısından fazlasına bu kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü kuruluş, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapma” yetkisine, idari soruşturma da eklenmişti.

Bu kararname ile emek ve meslek örgütlerinin özerk-demokratik yapısından duyulan rahatsızlık doğrudan müdahaleye yönelmiş, Anayasa’ya, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin kuruluş kanunlarına, sendikalar kanununa ve ILO sözleşmelerine aykırı bir şekilde DDK’ye bu kuruluşların yöneticilerini görevden alma yetkisi verilmiş, kurulun zaten sorgulanmaya muhtaç tersine “inceleme ve denetim” işlevi aşılarak, üstüne bir tür yargı kurumu olarak cezai yetki kullanması da sağlanmıştı.

Kurulun yargının yerine de geçtiği, emek ve meslek örgütlerini kendi özel ve keyfi “ceza hukukuna!” tabi kılmaya çalıştığı zaten tartışılırken, 20 Ağustos 2021 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan “Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile DDK’nin görev ve yetkilerinin sınırları daha da genişletilmiş, kararname kapsamındaki kurum ve kuruluşların her türlü ortaklık ve iştirakleri de bu kurulun yetki alanına dahil edilmiştir.

Ne kamuoyunda ne de işlevsizleştirilmiş parlamentodaki muhalif partilerde pek yankı bulamayan bu “kararnamenin kararnamesinin kararnamesine” söz söylemek de kaçınılmaz olarak emek ve meslek örgütlerinin göreviydi. Devletin sınırsız bir baskı aracına dönüştürülmesinin en dayanıklı tohumlarını atan 12 Eylül cuntasının hak ve yetkilerini budamak için elinden geleni yaptığı o emek ve meslek örgütleri bağımsız sivil denetim mekanizmasının en önemli araçlarıdır. Örgütlü bir bağımsız denetim mekanizmasına bugün her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz gerçeği ile DİSK, KESK, TMMOB ve TTB hızla bir açıklama yapmak ve kamuoyunu uyarmak zorundaydı: “Güçler ayrılığı esasına dayalı parlamenter rejimin ortadan kaldırılarak tek adam rejimine geçildiği günden bu yana, ülkemiz parlamentoda tartışılarak kabul edilen yasalar yoluyla değil, gece yarısı yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetiliyor. Ülkenin idari yapısı, devlet ciddiyeti ve kamu yönetimi anlayışıyla bağdaşmayacak biçimde, tek kişinin kararlarıyla bir gecede değiştiriliyor. Bir kararname ile yapılan düzenlemenin, bir sonrakiyle ortadan kaldırıldığı bir yapboz düzeni içinde yaşıyoruz. Yayımlanan her kararname demokrasi ve hukuk devleti anlayışını daha fazla aşındırarak tek adam rejiminin gücünü artırmayı hedefliyor. Bir kez daha uyarıyoruz. Devlet Denetleme Kurulu hem kuruluşu hem de yetkileri bakımında anayasal hukuk devleti anlayışıyla hiçbir biçimde bağdaşmamaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesini yok saymaktadır. Başta emek ve meslek örgütleri olmak üzere tüm demokratik kitle örgütleri yasada yer almayan keyfi bir ceza hukukuna tabi kılmaktadır. Bu durum anayasaya, yasalara ve uluslararası sözleşmelere açık biçimde aykırıdır. Meslek birliklerini, sendikal örgütleri ve demokratik kamuoyunu baskı altına alarak susturmayı hedefleyen bu hukuk dışı uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Anayasal hak ve özgürlüklerimizi sınırlandırmaya yönelik adımlar ve tek adam rejiminin baskıcı yapısını güçlendiren tüm düzenlemeler geri çekilmelidir.

Kararnamenin yayımlandığı gecenin sabahında öfkeme hâkim olamadığımı hatırlıyorum. Basına da isyan ettiğim yansıdı. Denetim mekanizmasını neredeyse kırk yıl önce ters yüz eden bu yasal düzenlemeye de örgütlü mücadeleyi yok etmek için elinden geleni yapanlara da hep öfkeliydim. Yalnız olmadığımızı bilmek öfkemizi mücadeleye dönüştürüyor, mücadele direncimizi artırıyor. İyi ki örgütlerimiz var!

Evrensel'i Takip Et