23 Ağustos 2021 00:41

Türkiye’yi ‘mülteci ambarı’ yapan Erdoğan siyasetidir

Taliban'ın Afganistan'ın başkenti Kabil'de kontrolü ele geçirmesinin ardından ülkeyi terk etmek isteyenlerin Kabil Uluslararası Havalimanı çevresindeki bekleyişi sürüyor.

Fotoğraf: Aykut Karadağ/AA

Paylaş

Üniversite eğitimi almak üzere Türkiye’ye gelen ve burada tanışarak evlenen iki Afganistan vatandaşıyla konuştum. Biri Özbek diğeri Tacik. Bir bebek dünyaya getirmişler. Dedikleri şu: “Taliban rejimi Tacikistan ve Özbekistan’ı da karıştıracak. Taliban’ı Müslüman olarak görmüyoruz çünkü uygulanan rejim bir vahşet. Çin, Rusya, Tacikistan, Özbekistan, Hindistan ve Pakistan’ın ortasında Afganistan aslında bölgenin kalbi. Şimdi oradan başlayarak bütün bölge sarsılacak. Bu, Amerika’nın da planı…”

Bölgede Amerika demek NATO demek. SSCB’ye karşı kurulan NATO uzun süredir varlık nedenini tartışıyor. NATO’yu ayakta tutacak yeni düşman belirlendi. Son NATO zirvesinde Çin’e karşı 2030’a kadar sürecek bir “Soğuk Savaş” başlatıldı.

Eskiden SSCB’ye karşı kullanılan cihadist terörün adı “Yeşil Kuşak Projesiydi”. Bu, NATO gözetiminde bir kuşatma harekatıydı. Şimdi benzer yöntemin Çin’e (ittifaka yanaşmazsa Rusya’ya da) uygulanacağı öngörülüyor. “Afganistan krizi” çevre ülkeler üzerinde tehdit, demografik baskı gücü yapılmak isteniyor. Bölgedeki durum, Afganistan’ı da aşan, içine çevre ülkelerden halkları da dahil edecek daha büyük bir göç olgusuna işaret ediyor. Tacik ve Özbek çiftin söyledikleri burada anlamlı hale geliyor.

AKP sözcüleri “göçü yerinde durdurmak” söylemine sarılarak Taliban’la iş tutuyor. Oysa gerçek başka. Göçün ana kaynağı ABD, NATO bileşenleri, Çin, Rusya ve diğer emperyalist güçler. AKP neo-Osmanlıcı pragmatizme uygun olarak yine emperyalistlerle el ele. Göçü yerinde durdurmak bir yana, yeni manevra alanları ve pazarlıklar için fırsata çevirmek istiyor.

Emperyalist işgale katılmakla, yeni senaryolara atlamakla, NATO operasyonlarına katılmakla, Taliban’ın sırtını pışpışlamakla göç yerinde durmaz, daha da büyür. 

KRİZDEN PAY KAPMA YARIŞI BAŞLADI

Afganistan ve olası Asya göçleri için Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin “Avrupa'nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi olmadığını” söyledi. AB’yi daha fazla “sorumluluk almaya” çağırdı.

Oysa Türkiye’yi bir göçmen deposu haline getiren, kendi ifadeleriyle bir “mülteci ambarı”na dönüştüren şey tam da Erdoğan siyasetidir. Çünkü bu siyasi akıl Suriye’de olduğu gibi Afganistan’da da krizi fırsat görüyor ve mülteci pazarlığından geri durmuyor. Göç, aynı zamanda proaktif dış politikanın bir parçası olarak “ümmet siyasetini” güçlendirecek zemin olarak ele alınıyor. Elbette ümmet siyasetinde mültecilere ne kalıcı haklar ne güvenli gelecek ne de çözüm söz konusu.

Hakkını teslim etmek lazım! AKP iktidarı Türkiye’yi mülteci pazarlığında dünya modeli bir ülke yaptı. Bunu bildikleri için, AB sözcüsü Von der Leyen “Taliban’a para yok” diyor. Çünkü onlar sınır kapısını, partner gördükleri Erdoğan iktidarıyla tutmayı tercih ediyorlar. Öyle ki Türkiye’ye karşı en agresif söylemlerde bulunan Avusturya bile göçmenleri frenlediği için Türkiye’yi övüyor! AB’nin daha önce açıkladığı ve Afganistan için 7 yılda harcanacağı söylenen 1 milyar avroluk yardım paketi şimdi iştah kabartıyor.

Gelinen yerde “göçmen deposu” siyaseti öyle ifrata vardırıldı ki, Japonya bile Türkiye’ye 410 milyon dolarlık kredi vereceğini açıkladı. Diğer yandan ABD ve İngiltere ile para pazarlıkları da basında tartışılıyor.  Türkiye, “göçmen deposu” bir ülke olmanın bir tık ötesine geçerek “emanetçi” bir ülke haline de getiriliyor.

"SINIR NAMUSTUR" DERKEN ŞİRKETLER PALAZLANIYOR

Son günlerde “Sınır Namustur”, “Hudut Namustur” gibi sloganlar pek revaçta. Oysa göçmenlere karşı oluşturulan sınır güvenliği, kapitalist şirketler eliyle kârlı sektöre dönüştü!

Mültecilere karşı “sınır güvenliği” dünyada endüstri haline geldi. AB bunun en tipik örneği. Uçan gözetleme balonları, insansız hava araçları, denizde yüzen bariyerler, kuleler, dikenli teller, termal kameralar vb düşüldüğünde özel şirketlerin kasasına milyon dolarlar akıyor. Avrupa halkları göçmen heyulasına kapıldıkça AB tröstleri kasalarını şişiriyor. Ne kadar korku o kadar çok para! İçinde Türk şirket ortaklıklarının da olduğu çokuluslu tekeller şimdi gözünü Türkiye sınırına dikmiş durumda. Afganistan göçüyle topluma pompalanan korku filmi güvenlik ve inşaat şirketlerinin hisselerine değer katıyor.

İktidarı zayıflatmak adına bu tür sloganlara sarılanlar AKP’ye ve onun etrafında palazlanan şirketlere nasıl bir alan açtıklarını da düşünmeli. Göçü her fırsatta para kazanacak bir imkana dönüştüren AKP, atılan bu servisi değerlendirmekten de geri durmayacaktır.

Güvenlik konusu; savaş suçluları, rüşvet mekanizmaları ya da organize suç örgütleri için devrede olmalı, masum mültecilere karşı değil. Zulümden kaçan sığınmacıları “BM göç ve iltica merkezleri” karşılamalı, ağırlamalı. İsteyen mülteci üçüncü ülkeye gidebilmeli. Temel insan hakları ve mülteci hukukuna dair kazanımların çiğnenmesine izin verilmemeli.

İŞÇİ SİMSARLARINA GÜN DOĞDU

“Mülteci ambarı” yeni müdavimlerini beklerken, ülkemizde göçmen işçi çalıştıran patronlar da el ovuşturuyor. Hükümete sunulan “Afgan Çoban Projesi”ne nerdeyse gerek kalmadı. Anadolu’nun meraları, yaylaları ucuza çalıştırılan Afgan çobanlarla doldu.

Bursa’da ücret pazarlığı yapmak için Whatsapp grubu kuran Suriyeli işçilerden patronlar rahatsız olmuşlar! Afganistan krizi yeni ve güvencesiz emek gücü olarak yüz güldürüyor! Göçmen kaçakçıları ile burjuvalar, işçi simsarları üzerinden ucuz emek siparişi veriyor. En alttakiler en alttakilerle yarıştırılıyor, birbirine kırdırılıyor. Sermayenin bu stratejisi neticesinde işçi sınıfı ve işsiz gençler üzerindeki baskı artıyor.

Uluslararası sermayeye ve sömürüye karşı, her bir ülkede, yerli-göçmen demeden işçi örgütlenmesini, ortak hak mücadelesini geliştirmek gerekiyor. Son Afganistan krizinin derslerinden biri de bu.

İTİRAZ ZAMANI

Afganistan’da her türden emperyalist işgale, Taliban’ın zulmüne ve AKP’nin Afganistan politikasına işçi ve emekçiler sessiz kalmamalı. 1 Eylül Dünya Barış Günü yaklaşırken yerellerde birlikler oluşmalı, alanlara çıkılmalı. Halkımız, özgürlüğü tırpanlanan Afgan kadınlarla, geleceği çalınan çocuklarla, Afganistan halkıyla dayanışma içinde olmalı. Kürt sorununun barışçıl çözümü ve demokrasi talepleri de bu kapsamla birlikte ele alınmalı.

Özetin özeti: AKP’nin ülkeyi bir “mülteci ambarına” çeviren politikalarına karşı mücadele etmek şoven burjuvaların peşine takılmayı gerektirmez. Bu mücadele mülteci haklarını yok saymayı değil savunmayı gerektirir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa