Bu kadar gözyaşı Afgan kadınları için mi?
Fotoğraf: Muhammed Semih Uğurlu/AA
Yirmi yıl önce büyük liberal umutlarla başlayan Afganistan işgali, bugün tüm Batı dünyasını utandıracak bir şekilde bitiyor. Dünyanın en güçlü ordusu, belki hasımlarını değil ama destekçilerini şaşırtacak kadar aciz. Amerikan medyası, Kabil’deki panik sahnelerini tekrar tekrar yayımlamaktan kendini alamıyor. Şu andaki idarenin neredeyse koşulsuz destekçisi olan merkez medya, kontrolsüz bir duygusallıkla Biden’ı yaylım ateşine tutuyor.
En çok gündemdeki konu, Taliban’ın Afgan kadınlarına neler yapacağı. Bölgede bir sürü kadına mikrofon uzatılıyor. Amerika’da yaşayan Afgan kadınlardan da sık sık görüş alınıyor. Hepsi 1990’ların karanlığını anlatıyor. Büyük bir korkuyla bakıyorlar geleceğe. “Amerika bize ihanet etti” diyorlar. Başka şeyler söyleyenler de olmuştur herhalde ama, seyirciye aktarılan bu kadar. Afganların bu yakarışlarından sonra, Biden doğru zamanda ve şekilde mi çekildi gerçekten diye soruyor haberciler. Olgular ve sorulardan daha çok, yapılan ima ön planda.
Arada bir çatlak sesler çıkmıyor değil. Çekilme sürecini başlatanın Trump olduğunu, Taliban’la dahi anlaşmalar yaptığını, Biden’a gereğinden fazla yüklenildiğini söylüyorlar. Ama bizi ilgilendiren kısmı daha çok şu: Amerika’nın 1980’lerden beri bugünkü denklemin mimarı olduğunu söyleyenler, ancak alternatif medyada yer bulabiliyor. Eskazara ana akımda dile getirilirse bu, sanki fizik olayları anlatırmışçasına, kuru bir tonla yapılıyor. (Amerika’nın nasıl Taliban’ı yarattığı hakkındaki argümanlar ve benzerleri, Türkiye basınında bolca yer aldığı için, burada tekrarlamıyorum).
Kadınların durumu gerçekten ne kadar değişti son yirmi yılda? Radikal sol medya, bu konuda daha karmaşık bir resim çiziyor. Örneğin, şehir merkezleri dışında kadınların daha iyi durumda olduğuna dair pek bir veri yok. Daha ağır eleştiriler yönelten de var. Her emperyalist işgalde olduğu gibi, işgal güçleri eliyle yürütülen seks ticareti ve tecavüz iddiaları yaygın. Ana akımda ise, sözde “feminist” işgal amaçlarına ulaşmış, Afgan kadını “kurtarılmış” gibi bir hava esiyor.
Bunun gerçeklikle alakası tartışmalı olduğu halde, ana akım niye kendini bu kadar kaybetmiş durumda? Evrensel okuruna, Amerika’da altyapı ve neoliberalizm başlıklarında dönen tartışmaları aktarmıştım. Konu iç siyaset olunca (Geçmişteki neoliberal fanatizmiyle hesaplaşma belirtisi göstermese de), daha eleştirel seslere yer verebiliyordu ana akım. Ancak Afganistan bahsi hakikaten farklı. Neoliberal yıkım büyük olmasına büyük ama, Keynezyan uygulamalarla toparlanabilecek tarafları var. Afganistan yenilgisi ise, Amerika’nın bir türlü kabullenmek istemediği bir gerçeği tekrar yüzüne vuruyor.
Nedir o gerçek? Emperyalizmin alıştığımız biçimi artık mümkün değil. Bu biçim zaten 20. yüzyılda ciddi bir dönüşüm geçirmiş, kolonyalizmin yerini çoğunlukla uzaktan kontrol almıştı. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” sadece Leninist değil, Wilsoncı bir ilkeydi (ne Sovyetler ne Amerika buna çok sadık kalmasa da). Hatta Amerikan emperyalizmi, ancak ezilen ulusların başkaldırısını massederek İngiliz emperyalizminin yerini alabilmişti. Fakat, 20. yüzyıl emperyalizminin görece karmaşık idari formlarının da tükenmesi, Amerika’yı doğrudan işgalleri arttırmaya itti. 21. yüzyılda bu işgallerin, kendilerine yüklenen liberal “ulus kurma” kapasitesi yok. İşgallerin kadınları kurtaracağı da tam bir masal. Emperyalizmin liberal kapasitesinin tükendiğini, Irak ve diğer işgallerde de görüyoruz. Afganistan işgalinin kendine özgün koşullarından dolayı, hezimet daha büyük oldu.
Evet, emperyal düşüş başladı. Mesele bunun nasıl idare edileceği. Dünyada Amerikan egemenliğinin diriltilebileceği rüyası, hem Amerika’ya hem dünyaya tarif edilemeyecek bir zarar verecektir. Ana akım henüz bunu idrak edecek olgunluktan uzak. Afgan kadınlarının halinden Biden’ı ya da Trump’ı sorumlu tutmak -yani işgalin kendisini değil de bitiş şeklini sorgulamak- hayalperestliğe şimdiden yeşil ışık yakıyor. Bu gidişle kurumlar ve medya daha çok işgal destekler.
Dipsiz işgallerden dönen yılgın askerlerin, yükselişteki aşırı sağ hareketlerde örgütleyici rol oynadığı biliniyor. Yeni maceralara atılmak, mazlum halkları mahvetmekle kalmayacak, Amerika’nın kendi içindeki şiddeti de körükleyecektir. Faşist bir rejim kaçınılmaz hale gelebilir. Ana akımdaki duygusal hezeyan, işte bu açıdan hiç de hayra alamet değil.
Hülasa, Amerikan ana akımı Afgan işgalinin sonu meselesinde çok kötü bir sınav veriyor. Körlüğünün üstünü de, Afgan kadınları için döktüğü timsah gözyaşlarıyla örtüyor. Bu yöntem durumu şimdilik idare ediyor. Ama bu ve benzeri yöntemlerdeki ısrar, uzun vadede Amerika’nın düşüşünü çirkinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
- Türk sağının Trump coşkusu 07 Aralık 2024 04:55
- Batı solunun açmazı 23 Kasım 2024 04:33
- İşçi sınıfına ihanetin bedeli 09 Kasım 2024 04:16
- Amerikan seçimlerini aşırı sağ kazandı 03 Kasım 2024 04:35
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51