3 Eylül 2021

Siyasi müsilajı halk temizleyecek!

Fotoğraf: TCCB/Murat Çetinmühürdar/AA

Marmara Denizi’ndeki müsilaj (deniz salyası) geçtiğimiz ayların önemli gündem maddelerinden biriydi. Deniz yüzeyindeki müsilaj, kapitalist tekellerin ve devlet yöneticilerinin el birliğiyle Marmara’yı nasıl kirletip ölüme sürüklediklerini görünür hale getirmişti.

Son günlerde bütün üstünü örtme çabalarına rağmen siyasi müsilajın iktidarın kıyılarına nasıl vurduğunu izliyoruz.

Önce AKP Genel Merkez’inde büro çalışanı’ olduğu açıklanan Kürşat Ayvatoğlu’nun lüks bir otomobilde uyuşturucu kullanırken çekilen görüntüsü, ardından organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in iktidarı sarmalayan kirli ve karanlık ilişkiler konusunda yaptığı ifşaatlar ve en son Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilgili itirafları…

Neler yok ki iktidarın kıyılarına vuran bu siyasi müsilajda: Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yargı kararlarına müdahaleler, yandaşlara verilen ihaleler, cihatçı çetelerle ve organize suç örgütleriyle kurulan ilişkiler, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayetler ve başkalarının mallarının üzerine zorla çökmeler…

Üstelik bu siyasi müsilaj, Erdoğan’ın çürümüş iktidarının sadece su yüzüne vuran kısmını oluşturuyor. Tek adam iktidarının kitle desteğindeki erime ve güç kaybı belirginleştikçe bu çürümenin de daha fazla su yüzüne çıkacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Eski Bakan Bayraktar, geçtiğimiz günlerde 17-25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili konuştu ve “Sayın Cumhurbaşkanım beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı” açıklamasını yaptı. Bayraktar’ın “hırsız çuvalı” dediği kendisiyle birlikte haklarında soruşturma açılıp daha sonra istifa ettirilen üç bakandan (İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış) başkası değildi. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, banka dolandırıcılığı ve kara para aklamaktan tutuklanan Reza Zarrab’a “Hakkında soruşturma varsa önünde yatarım” demiş ve soruşturmalar başlayınca da iktidarın başındaki isimlerin çocuklarının evlerinde istifledikleri milyon dolarları nasıl sıfırlanmaya çalıştıkları ortaya çıkmıştı.

Bayraktar, daha sonra bu sözlerini inkâr edip soruşturma dosyaları için “içi boştu” dese de yaptığı itiraf, asıl darbenin 17-25 Aralık soruşturmalarına “darbe girişimi” diyerek üstünü örten Erdoğan iktidarı tarafından yapıldığını gösteriyor. Çünkü dönemin iktidar ortağı Gülencilerin o gün bu soruşturmaları Erdoğan’la iktidar mücadelesinin bir aracı olarak kullanmaya çalışmaları, ortada bir rüşvet ve yolsuzluk çarkı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Peki, bu ülkede hukukun en ufak bir kırıntısı bile kalmış olsaydı savcıların, eski bakanların hırsızlık yaptığını itiraf eden Bayraktar’ı ifadeye çağırmaları ve bu ciddi iddialarla ilgili dosyaları yeniden açmaları gerekmez miydi?

Sadece bu da değil.

Yıllarca iktidar için çalıştığı ortaya çıkan bir organize suç örgütü lideri, poliçeci İçişleri Bakanı’na “sen benim dönüş sigortamdın” diyor.

Yargıda tık yok.

Aynı organize suç örgütü lideri, İçişleri Bakanı Soylu’nun bulunduğu makamın nüfuzunu kullanıp büyük şirketlerin sigorta işini aldığını iddia ediyor.

Hemen harekete geçip bu ilişkileri soruşturması gereken yargı organlarında tık yok.

Peker’in ifşaatları sonrasında hakkında kara para aklama ve dolandırıcılık suçlarından kırmızı bülten çıkartılan Sezgin Baran Korkmaz’ın sahibi olduğu Paramount Hotel’de Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Esat Toklu, Eski Başbakan Binali Yıldırım, İçişleri Bakanı Soylu'nun eski Koruma Müdürü Ekrem Güler, iktidar borazanı gazeteciler Veyis Ateş, Cem Küçük, Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimlerin kaldığı ortaya çıkıyor.

Tık yok.

Peker, eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın uyuşturucu trafiğini düzenlemek için Venezuela’ya gittiğini iddia ediyor. Binali Yıldırım, “Oğlum Venezuela’ya Covid malzemesi dağıtmaya gitti” diyerek oğlunu savunuyor ama sonra bu savunmanın doğru olmadığı ortaya çıkıyor.

Yargıda tık yok.

Uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayetten yargılanan Zindaşti’nin serbest bırakılması konusunda AKP’nin Eski TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun başını çektiği ilişki ağıyla ilgili yeni bilgi ve iddialar gündeme geliyor.

Yine tık yok.

SADAT üzerinden el Kaideci Nusra’ya gönderilen silahlar, Kürtlere yönelik siyasi cinayetler ve Ağar başta iktidarı sarmalayan karanlık örgütlenmeleri söylemeye bile gerek yok. Çünkü ifşa edilmesi ve hesap sorulması bir tarafa bunlar tek adam iktidarının hem dayanakları ve hem de gelecek hesaplarının (faşist inşanın) bir parçası olma konumunda bulunuyor.

Uzatmadan söylersek, devlet erkinin (yasama, yürütme ve yargı) Erdoğan’ın elinde toplandığı tek adam rejiminde, sarayın emir kulu haline gelen yargı mensuplarının bu pisliği ortaya çıkarmak ve hesap sormak için harekete geçmesini beklemek ham bir hayaldir.

İktidarı sarmalayan bu kirli ilişki ve örgütlenmeler böylesine su yüzüne çıkmışken ana muhalefet ne yapıyor?

İktidarın demokrasi ve hukuka aykırı her türlü düzenleme ve müdahalesine rağmen halka seçimleri beklemelerini salık vermenin ötesine geçmiyor. Dahası ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu, “Devr-i sabık yaratmayacağız” diyerek iktidara geldiklerinde bu kirli ve karanlık ilişki ve örgütlenmelerin hesabını sormayacaklarını söylüyor.

Oysa gelinen yerde bu kirli ve karanlık ilişki ve örgütlenmelerin açığa çıkartılması ve bunlardan hesap sorulması için mücadele edilmeden demokrasiyi savunmak mümkün değildir. Bu yüzden sadece iktidarın saldırıları değil, burjuva muhalefetin durumu da bu siyasi müsilajı temizlemek ve demokratik bir geleceği kurmak için emek, barış ve demokrasi güçlerinin kendi devrimci-demokratik seçeneklerini yaratıp mücadeleyi büyütmeleri dışında bir yol olmadığını ortaya koyuyor.

Evrensel'i Takip Et