Her meşrebe göre bir Atatürk

(ARŞİV) | Fotoğraf: Atatürk Araştırma Merkezi / AA
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir” demişti Atatürk. Bugünkü gibi fikirsiz bir sarı saçlı mavi gözlü hayalete indirgenmeden önce Atatürk’ün, “gerçek” fikirlerinin ve eyleminin ne olduğu konusunda önemli tartışmalar yaşanmaktaydı. İlhan Selçuk 1960’ların ortalarında biçimcileri “gardırop Atatürkçülüğü” diyerek eleştirmiş, Nadir Nadi de çağdaş uygarlığa ve ulusal bağımsızlık kriterlerine sırt çevirenlere yönelik olarak, bu Atatürkçülük ise “Ben Atatürkçü değilim” demişti.
Bu arada ’68 devrimcileri sonuna kadar götürmediği, bir sermaye devletinin temelini attığı ve muhalifleri temizleyerek tek partili bir sistem kurduğu için Atatürk’ü eleştirmekteydi. Takriri Sükun, İstiklal Mahkemeleri ve Mustafa Suphilerin öldürülmesi hatırdaydı. İkinci eleştiri Kürt siyasi hareketinden geldi; Kürt kimliğini dışlayan bir ulus kuruluşunu besleyen resmi ideoloji bu yönüyle masaya yatırıldı.
Eleştiriler devlet kaynaklı tarih yazıcılığının, yalan yanlış bir kült yaratma sürecinde elini titrettiği için faydalı da olmuştur. Ancak iktidara her gelen parti veya cuntanın kendi eylemini, kendi zihnindeki Atatürkle aklama hali tabii ki hiç değişmedi. Çünkü reel siyasetin toparlamaya yetmeyeceği dağınıklığın üstesinden gelebilmek için gerekli mitsel kaynak Atatürk’tü. Çatışmalı ve gerilimli toplumdan ortalama bir rıza da onun hatırası araçsallaştırılarak devşirilebiliyordu.
Son yirmi yıla damgasını vuran AKP dönemi devletin ideolojik sürekliliği bakımından bir kırılma sayılır. Milletin her günkü yeniden kuruluşunu duaya ve milliyetçi ajitasyona bağlayan iktidar, yerinden oynattığı Atatürkçülüğün yerine reis kültünü yerleştirmeye çok uğraştı. Ama tutmadı.
Atatürkçülük bugün onun adını ağzına almayarak, liderini şirk koşarak kendini tahkim eden AKP’nin karşısındaki, direngen bir toplumsal yığınağın harcı haline geldi. Siyasal İslamcılıkla dans eden, şeriata atıfta bulunan tarikatlarla dirsek teması halindeki iktidar partisinin her adımında bir yandan yoksullaşan, diğer yandan yaşam tarzı tehdit altında olan kitle, en büyük desteği Atatürkçülükte buluyor.
Ama bunun yanı sıra Sedat Peker’den Abdullah Gül’e, Ali Babacan’dan Murat Belge’ye kadar eski cemaat yancılarından AKP küskünlerine kadar geniş bir skala için hem bir geçmiş eleştirisi hem bir gelecek ütopyası yerine geçiyor Atatürk. Eski yol arkadaşlarıyla hesaplaşmanın araçlarından biri. Bu kesimin son zamanlarda Atatürk’le ilgili lehte beyanda bulunma ihtiyacı hissetmesi tesadüf değil.
Tarihin bazı dönemlerinde birleştirici imge bir şemsiye gibi açılır. Marx bunu çok iyi analiz etmişti: “Eski Fransız Devriminin kahramanları kadar partileri ve kitleleri de o zaman üstlerine düşen görevi, modern burjuva toplumunu zincirden kurtarma ve oturtma görevini Romalı kılığında ve Romalı söylemiyle yerine getirdiler… Keza Cromwell ve İngiliz halkı yaptıkları burjuva devriminin söylemini heyecanlarını ve hayallerini Tevrat’tan ödünç aldılar… Bu burjuva devrimci hareketlerin ortak ayırt edici özelliği büründükleri özgül ideolojik kisve değildi. Daha çok hakiki amaçlarını gizlemek için böyle bir maskeye ihtiyaç duymalarıydı.”* Çünkü sınıf çelişkilerini üreten bir sistemin içinde, sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi açığa vuran Locke** ruhu asla bu ideolojilerin yerini tutamayacaktı. Bir araya gelmesi gerekenleri bölecekti!
Bugün ortada devrimci demokrat bir hareket tabii ki yok. Ama teşbih yapılabilir. Atatürk şemsiyesi altında buluşan kesimlerin AKP’nin ekonomi politikasına, dış ve iç siyasetine, müstakbel yeni anayasasına ilişkin ne önerdiği ve bu yaygın Atatürkçülüğün nasıl bir ortak programı olduğu hiç açık değil. Geçmişten ders çıkarıldığına ilişkin belirsiz sinyaller ne kendi aralarında ne de halkla birlikte bir gelecek kontratı yapmayı mümkün kılacak yeterlilikte. Ama işte Atatürkçülük de zaten konuşulmayanların yerine, konuşulması uygun olmayan hikayelerin yerine ikame ediliyor. Ve böylece çok sayıda benzemezin ortak ideali haline gelebiliyor.
Ancak Turancılardan eski liberallere, cemaatçilerden milliyetçilere ve hatta, Taliban’ın eylemiyle Mustafa Kemal’inkini özdeşleştiren Doğu Perinçek de dahil… Avrasyacılardan Batıcılara kadar geniş skaladaki bir kısım ikbal avcısının Türkiye’nin geleceğine ilişkin karmakarışık beklentilerinin oluşturduğu tayfa için Atatürk’ün en direngen konturları bile silinmiş sayılır.
Geriye özgürlük, eşitlik, laiklik, huzur ve refah talep eden halkın avucundaki “sarı saçlı mavi gözlü” bir imge, İzmir Marşı, Onuncu yıl Marşı vb. kaldı. Bu imgeyle ve marşlarla nereye kadar gidilir bilinmez ve kendi geçmişlerinin yükünden Atatürkçülükle kurtulmaya çalışanlarla da uzun yol yürünmez. Onun için halk ne yaparsa kendisi yapacak… Yaparken de yakın bir zamanda, Atatürk imgesinin örttüğü, neoliberal sürümlü bir Locke ruhuyla tanışması hiç sürpriz olmaz.
*Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’nden
**Locke: 17. yüzyılda yaşamış, liberalizmin kurucu düşünürlerinden.
Evrensel'i Takip Et