10 Eylül 2021 23:13

Ali Erbaş, meşruiyet krizinin eşiğinden dönmek için dinci milliyetçi cenaha odaklanan rejimin ‘rıza mühendisliği’nin biçtiği rolü oynuyor

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Erken ya da vaktinde…
İlan edilmemiş ‘seçim’ hattındayız…
Meali:
İlerleyen günlerde rıza mühendisliğinin* marifetleri daha çok mesai isteyecek…
İktidar stratejisi olarak öne çıkarılacağını düşündüğüm din diyanet (Ve elbette öte yüzü olarak milliyetçilik) meseleleri hayli meşgul edecek… (gibi…)
Meali:
El artırılacak, çıta yükseltilecek:
Cüppeli dualı adli yıl açılışındaki provokatif radikalliğe rahmet okutacak sahnelerle muhalefet, tercihe zorlanacak… (sanki…)
Protokol sırasındaki terfi sembolik gibi durmuyor…
Diyanet makamının fiilen şeyhülislamlık muamelesi görmesine alıştırılmaya çalışılacağımız günlere giriyor olabilir miyiz? 
İlki aşağıda; iki yazı ile neden böyle bir yola meylediliyor, bunu anlamaya, kavrayabildiklerimi göstermeye gayret edeceğim…

***

Taliban’ın -yine ve yeniden- iktidara gelmesinin bizdeki yansımalarından birisi de Afganistan-Türkiye karşılaştırmalarını fişeklemesi oldu…
Olması gereken seviyede velut (doğurgan) tartışmalara yol aç(a)masa da…
Nitelik farkları vurgulandı…
Vurgunun -haklı olarak- cumhuriyet kazanımlarının altı çizilerek Türkiye lehine yapılması, İslamcı cenahta -görebildiğim kadarıyla çok da gizlenemeyen- hazımsızlığa yol açtı…
İslamcı çevrelerde sanırım sadece zihinsel-ruhsal sindirim problemi yaratmakla kalmadı…
Ötesinde de bazı etkileri oldu -ki asıl gözlenmesi gerekenler de buralar olmalı…
Taliban’ın gelişini lokum dağıtarak kutlayan coşkulu İslamcılar ile…
“İyi ki Türkiye’de yaşıyoruz” diye şükreden
-galiba ve bilhassa- kentli dindarlar arasındaki farklı pozisyon alışları açığa çıkarması gibi…
Habertürk’ün Kâbil’e giden -AKP’ye/İslamcılığa uzak olmadığı hissedilen- muhabiri Mehmet Akif Ersoy’un, Halk TV’deki (27 Ağustos 2021) değerlendirmesi zannedersem biraz bu nedenle dikkatlere mazhar oldu…
Ersoy’un, “Biz çok şükür Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Atatürk döneminde çok çok önemli şeyler başarılmış diyorsunuz” kritiği, AKP tabanını ne kadar temsil ediyor kestirmek zor kuşkusuz…
Ancak, hatırı sayılır bir karşılığı olduğunu düşündüren alametler de yok değil…

TALİBAN ÜZERİNDEN İSLAMCILIĞIN SORGULANMASINDA DAHİ İKTİDARA MEŞRUİYET DEVŞİRME PERENDELERİ…

O cenahta aşikar olan mevzuya dair izahat paniği içinde, buradan İktidara ekmek çıkarma çabası biraz da bu veçheden yorumlanabilir…
“Ekmek çıkarma” dediğim şu:
Taliban - Cumhuriyet Türkiyesi mukayesesinden Saray rejimine meşruiyet devşirmeye çalışarak, (itaat-biat kültürüne itirazla) ‘cumhuriyetin kazanımlarını’ takdire yönelişi paralize etmek
İddiamı temsil edecek sembolik hadise, Afganistan’daki son gelişme üzerine kulağa daha sık çalınan şu üste çıkış: 

‘HANİ AKP ŞERİAT GETİRECEKTİ, BAK YANILDINIZ’ RİYAKARLIĞI…

Kastı açık değil mi:
O sizin (bilhassa) “laikçi teyzelerin” hüsnü kuruntusuydu… (öyle mi?)
Şeriat meriat gelmedi…
Ve geleceği de yok: İkna maksatlı esas mesaj bu…
En son yine biri (Nagehan Alçı, Habertürk, 9 Eylül 2021) dillendirdi bu mugalatayı…
Hem de Diyanet İşleri Başkanının (DİB) o kör gözün parmağına son açıklaması üzerine…
Başkan Ali Erbaş’ı güya (“kutuplaştırıcı söylemi” yüzünden) özür dilemeye davet ederken…
Hem de Diyanet İşleri Başkanının son konuşması, demem retorik değil…
Zira o konuşma Siyasal İslamcılığın devlet/siyaset-toplum hayal ve hedefini alenen ortaya seriyor
Diyanet İşleri Başkanını, Yargıtay Başkanı ve RTE ile cüppeli dualı yeni adli yıl açılışını savunurken ne demişti..
En özlü ifadesiyle:
“İnanç insan ile Allah arasında olsun, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’... [diye] ortalığı ayağa kaldırıyorlar.”
Daha ne desin!..
Laikliği -eğer kalacaksa- özü soğurulup yamultulmuş, yok hükmünde kavrama dönüştürüyor:

ALİ ERBAŞ’IN SÖZLERİ SİYASAL İSLAMCI MANİFESTONUN ‘KAMU SPOTU’ OLARAK OKUNMALI… 

Ama misalimiz Nagehan Alçı ne yapıyor?!
Rejimin “Liberal-demokrat” kisveli yazarı olarak ilerici demokrat kamuoyundan Erbaş’ın şeriatçı çıkışına yükselecek tepkiyi, Rejim surlarından savuşturmaya soyunuyor…
Eş ifadesiyle… 
Erdoğan/İktidar ile Ali Erbaş’ın eylem ve sözleri arasındaki -hem de hiyerarşik- ilişkiyi maskelemek için ortaya atılıyor…
Erbaş’ı Saray’ın tepesine paratoner olarak dikerek, odaktan rejim kaçırmaca oynuyor…
Bahçeli’nin “Ali Erbaş doğru bir iş yapmıştır ve desteğimiz tamdır” ilamını bildirdiği gün (9 Eylül 2021) …
Nagehan Alçı mugalataya sarılıyor:
“Türkiye toplumu hızla sekülerleşiyor. AK Parti döneminin toplumu daha İslamileştireceğini ve “şeriat rejimi”ne gideceğimiz paranoyasını hep söyleyen laikçi kesim de bu noktada apaçık yanıldı.”
Yanıldı mı?
Yoksa..
“Lakiçi kesim”in, bilhassa giderek öne çıkan kadın hareketinin inisiyatifiyle, büyük ölçüde örgütsüz olmasına rağmen nice zamandır yaygınlaşma ve derinleşme eğiliminde olan cumhuriyetçi (Artık ekseriyeti Kemalistler’den oluşmayan) …
Cumhuriyetçi direniş birilerinin niyetini kursağında mı bıraktı?..
Hiç kuşkunuz olmasın; ikincisi…
Ki bakın burada haklı olabilir Habertürk Yazarı:
“Türkiye toplumu hızla sekülerleşiyor.”
Ara toplam yaparsak:

DİĞER PEK ÇOK TALİ FAKTÖRLERİ İHMAL ETMEMEK ŞARTIYLA ÇOK NET: ANLAŞILIR NEDENLERLE BÜYÜK ÖLÇÜDE KADINLARIN BAŞINI ÇEKTİĞİ CUMHURİYETÇİ DİRENİŞ FRENİ OLMASAYDI, BUGÜN BAMBAŞKA BİR TÜRKİYE’DE KONUŞUYOR OLURDUK…

Peki o tehlike geçti mi?
Saray rejiminin İslamcı düzen, “Şeriatla yönetim” hayalini iptal mi ettirdi, bu “sivil” direniş?
Hayır…
İlki ne kadar hakikat ise bu da en az o kadar hakikati temsil ediyor:
Cumhuriyetçi direniş iktidarın tam teşekkülü (neoliberal) Siyasal İslamcı Türkiye projesini sadece erteletti…
‘Punduna getirmek’ üzere rafa kaldırıldı… (şimdilik kaydıyla…)
O ‘pund’u yarattığında, kuşatıcı İslamcı halkanın iki yakasını bir araya getirecek düğme iliklenecek…
Salı günü devam edeceğim…

(*) Chomsky’nin yalancısıyım; terim Edvard Bernays’tan…


SATIR ALTINDAN NOTLAR 

SARAY, GÜNDEMİ MANİPLE ETMEK YA DA UYULMASINI İSTEDİKLERİ BAZI ‘HABERLERİN’ ETKİSİNİ ARTIRMAK İÇİN MUHALİF GAZETECİLERİ KULLANIYOR OLABİLİR Mİ?

Belki ben böyle saray koridorlarına kadar uzanacak yaygın ilişkilere sahip ‘etkili’ gazeteci olmadığımdan….
Ne zaman popüler bir muhalif gazeteci iktidar kaynaklarına dayanarak ‘içeriden’ bildirse, kuşku bulutları kaplar beynimi…
Eminim bu gazeteciler de sorguluyorlardır; bu bilgiyi bana neden veriyor, diye düşünüyorlardır…
Fakat yine de acaba “Haber patlatma”/gündem yaratma, “Konuşulan gazeteci olma” hevesine kapılıyorlar mı suali kafama takılır durur…

‘SIZMA’ ZEYTİNYAĞI FAVORİMDİR AMA BİLGİ-BELGE ‘SIZMA’LARINA AYNI İŞTAHI DUYAMIYORUM

Dedim ya belki tam teşekkülü bir gazeteci olamayışımdan; kabul…
Lakin sizi temin ederim ki, hasetliğimden değil; katiyen… (valla billa)
Her neyse uzattım ama…
Ara sıra “acaba”lara gark eden “bomba”lara takıldığım için yazıyorum bunları…
Ha derseniz ki, misal ver; vermem; veremem değil, vermem...
Şunun için:
Böyle kafamı kurcalayan bir iki “Ele geçirme” ya da “ulaşılan bilgi”ye dayalı haber ve yorumlar okudum…
Ancak, bunların bir ikisi sorabileceğim tanıdık meslektaş idi ama sormadım... (Eh o kadar da değil; bizim de pek mütevazı da olsa kendimizce bir muhitimiz var…)
Aslı astarını öğrenemedim tabiatıyla…
E haliyle de şimdi sorup belki işin esasını öğreneceğim bir şeyi mevzu etmek yakışık alır mı hiç?! (hiç)
O nedenle mazur görün, hiç değilse bu seferlik…
Peki madem öyle neden buraya kadar sürükledim sizi?

FAİLİ MURAT YETKİN…

‘Nasıl’ını müsaadenizle izah edeyim:
Şimdi Efendim…
Korkusuz Yazarı Can Ataklı’nın patlattığı “bomba”yı benim de görmüşlüğüm vardı…
Can Bey, “Saray kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre
Erdoğan çok kısa bir süre önce Abdullah Gül’le gizli bir görüşme yaptı” bilgisini paylaştı. (27 Ağustos 2021)
Detayına girmeyeceğim, görüşmenin sebebini filan siz de okumuşsunuzdur…
Kaçırdıysanız adresini veriyorum yazının 
Bu da tamamsa, devam edeyim…
Murat Yetkin Bey benim gibi okuyup geçecek gazeteci değil…
E çevre de var gani gani; düşmüş peşine…
Gül’e ulaşmaya çalışmış…
Fakat…
Gül konuşmak istemiyor çünkü yakın çevresine göre “Tamamen asılsız, temelsiz iddialara cevap vermek, bu iddialarla muhatap olmak istemiyor.’ Yine ofis kaynaklarına göre, bu spekülasyonlara isminin karıştırılmasından da rahatsız” mış…
Murat Yetkin’in yorumu şu:
“Bu yayınların kendisinden, yakın çevresinden kaynaklanmadığı anlaşılıyor. Yayınların, kendisini cumhurbaşkanlığı seçimine dair erken bir siyasi tutum almaya, açıklamaya zorlamayı amaçladığı yorumu yapılabilir. Bu yayınların, AK Parti tabanındaki erozyonu, en azından Bekir Ağırdır’ın deyimiyle ‘Yolun sağına çekip bekleyen’ AK Parti seçmenini yeniden saflara katmak için moral etkisinden söz etmek de mümkün. Nitekim bu yayınlar Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk’e Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devlet protokolünde yer vereceği kadar el üstünde tutulduğu, Fethullah Gülen örgütünden kopanların AK parti saflarına katılmasının konuşulduğu günlerle eş zamanlı çıkıyor. Bir nevi ‘Fabrika ayarlarına dönmeden fabrika ayarlarına dönüyormuş gibi yapma’ da denebilir.” 
Ne yalan söyleyeyim…
Yetkin’in verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlar, görebildiğim tablo içinde, daha bir makul yerlere oturtabiliyorum…
Ama belki ben de Murat Yetkin de yanılıyor…

AMAN DİKKAT

Hatta işin esasını öğreneyim derken, Gül Beyin bürosu aldatmıştır, Murat Yetkin’i... (Efendim?)
Sahiden Erdoğan-Gül görüşmesi olmuş ve Can Ataklı kaynağınca maniple edilen taraf olmamıştır…
Belki zamanla esasını öğreniriz…
Yetkin’in neden böyle bir sızdırma yapıldığına dair yorumu daha ikna edici gelse de..
Meselemiz bu değil…
Can Ataklı meselesi derdimi anlatmam için denk geldi sadece… (o kadar…)
Can Ataklı bu; vaktiyle (2014 seçimi) CHP’ye karşı DSP’den aday olacak kadar siyasi çevre de yapmış (Âldığı oyuna yansımasa da) etkili bir şahsiyet… (belli)
Kim bilir belki de o sırada Saray’dan böyle sınanmış sağlam “kaynaklar” yaratmıştır…    

‘PATLATAYIM’ DERKEN…

Didiklediğimiz mesele muhalif gazetecilerin tuzağa düşürülme ihtimaline karşı alıcısını/okurunu da bu tür hileli “sızdırma”lara karşı ikaz vazifemizi yerine getirmek…
Zira dedik ya…
Aslında bir halkla ilişkiler/propaganda faaliyeti olarak kurgulanan mesela bir ziyaret (ve üzerinden verilecek mesaj gözetilerek) gibi…
Duyulmasını istedikleri güya saklanan “bilgi”yi, inanılırlığını artırmak için bilhassa ‘muhalif’ bilinen popüler gazetecilere sızdırıyorlar…
Ya da “basılıyorlar”…
Fakat bu arada…
Fark ettiğiniz gibi sahiden:
Saray’dan sızdırılan Erdoğan-Gül görüşmesinin tamamen martaval çıkması, en az o görüşmenin doğru olması kadar “bomba” değil mi?
Muhalefetin ‘Gül’ damarına basıp teyakkuza mı geçirmek istediler acaba?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa