12 Eylül 2021 00:50

12 Eylül ülkenin omurgasını kırdı!

Fotoğraf: Kurtuluş Arı/DHA

Paylaş

Bugün 12 Eylül... Üzerinden 41 yıl geçmiş askeri faşist darbenin yıldönümü. Politikayla ilgili olsun olmasın, o dönemin bizzat tanığı olmuş insanların ya da sonraki kuşakların hayatına nüfuz etmiş bir darbe... Her yıldönümünde konuşulur, yazılır: Darbeye nasıl zemin hazırlandığı,  cunta yönetiminin sınırsız/sorumsuz  zulmü, karabasan gibi çöken çıplak devlet zorunun devrimci-demokratik muhalefetin üzerinden silindir gibi geçmesi, kapatılan partiler, dağıtılan sendikalar, yasaklanan grevler, gözaltına alınan yüzbinler, tutuklanan onbinler, hukuksuzluğun en pespaye biçimlerine başvurularak asılanlar, sorgusuz sualsiz vurulanlar...

Toplumsal yaşamın tam ortasında açılmış kocaman bir boşluk... En genel ifadeyle ‘sol güçler’ ve sendikalarıyla, grevleriyle, işçi-emekçi direnişleriyle 12 Eylül öncesinin önemli bir unsuru olan sınıf muhalefeti ezilip tasfiye edilerek açıldı bu boşluk. Tasfiye edilen dinamikler ülkenin omurgasıydı aslında ve deyim yerindeyse Türkiye omurgasız bırakıldı. Açılan boşluğa çeşitli versiyonlarıyla dinci-milliyetçi siyaset pompalandı yıllarca ve bugüne gelindi. 12 Eylül sonrası süreçte ‘sivil’ etiketli hiç bir iktidar, ülkenin bu ‘omurgasızlık’ halini dert etmedi. Her gelen, o boşluğun kurumsallaştırılmasına katkı sundu. Hepsine rengini veren, hepsinin varlık nedeni aynı burjuva sınıf siyasetiydi çünkü.

12 Eylül sermaye düzeninin aklı, fikri, zikriydi; o düzeni belki de uçurumun kenarından çekip kurtardı. Askeri rejim sonrası ‘sivil’ iktidarlar da aynı düzenin siyasal temsilcileriydi, bütün aksi söylemlerine karşın 12 Eylül’ün yarattığı boşluğu, omurgasızlığı koruyup kolladılar. O boşluğu yeniden doldurmaya çalışan güçleri, dinamikleri engellemeye, dağıtmaya, ezmeye devam ettiler...  

Her yıldönümünde yapılan 12 Eylül icraatlarının sayım-dökümünün çizmeye çalıştığımız bu tarihsel süreklilik çizgisinde anlamlandırılması, anlaşılması gerekiyor. Üzerinden 41 yıl geçmiş olmasına rağmen, bütün o “hesaplaştık” iddialarının nasıl kof olduğu, 12 Eylül darbesiyle neden hâlâ hesaplaşılmadığı ya da nasıl hesaplaşabileceği de ancak böylesi bir anlamlandırmayla mümkün olabilecektir.

AKP+Fethullah iktidarının “12 Eylül’ü yargılıyoruz” gürültüsüyle sergilediği gösteriyi hatırlayalım. Tam da anlattığımız süreklilik çizgisi üzerinde yapılmış bir cambazlıktan ibaretti. Hasta yataklarında zaten son nefeslerini vermekte olan iki cuntacının ifadelerini alıp “12 Eylül’ü yargıladık ve askeri darbeleri ebediyen tarihe gömdük” demişlerdi. O zaman iktidar ortağı olanlar kısa süre sonra birbirine düşmüştü de biri diğerine askeri darbe yapmaya kalkışmıştı! Bu askeri darbe girişimi de dahil, sonrasındaki OHAL ve kararnameler süreci, ‘hukuku fiili duruma uydurmalıyız’ stratejileri, 12 Eylül anayasasına bile uymama keyfiyeti, seçme seçilme hakkının gaspı anlamına gelen kayyımlar vb., ve adı konulan tek adam rejimi... Askeri darbelerle güzel hesaplaşılmıştı doğrusu!  

Yeterince çarpıcı bir anekdottur: Kenan Evren ve yardımcısının “yargılandıkları” gün, Diyarbakır’da Kürtlerin anayasal taleplerini içeren imza kampanyası “bu talepler Anayasaya aykırı” gerekçesiyle yasaklanmıştı! Hiç de şaşırtıcı değildi oysa, 12 Eylül düzeninin ‘düzen içi’ yargılaması da ancak bu kadar olabilirdi. Fırat’ın doğusunda boy veren ve on yıllardır kendi mecrasında bir şekilde süren özgün hesaplaşma dışında, 12 Eylül’le gerçek bir hesaplaşma yapılmadı daha. Bu da o bahsettiğimiz boşluğu doldurmaktan geçiyor. Yol bellidir, dinamikler belli. 12 Eylül’ü yargılamak, 12 Eylül’le kendisinden gasp edilenin iadesini isteyecek bir halk muhalefetinin sorunudur ancak.

12 Eylül darbesi, Kürtlere ve genel itibariyle ‘sol’a dönük özel baskıyla birlikte, nihayetinde, sınıflar mücadelesinde de bir tarafın galip gelen hamlesiydi. Darbeyi sınıfsızlaştırarak, bütün toplumsal kesimlere, herkese yapılmış gibi  anlatmaya çalışanlar, 12 Eylül’ün kötü bir karikatürünü bile çizemiyorlar aslında. Darbenin arkasında sermaye düzeni vardı ve bu düzenin geleceği 12 Eylül’ün temel kaygısıydı. 12 Eylül’ün sınıfsal özünün gerektirdiği bir sınıfsal hesaplaşmanın ya da  demokrasi ve özgürlükler babından bir toplumsal itirazın önündeki engeller bellidir. İddiaları ne olursa olsun, 12 Eylül’ün ruhu bugünkü iktidara içkindir. 12 Eylül’ün yarattığı boşlukta boy vermiş, 12 Eylül’ün kırdığı omurganın yerine ikâme olmuştur.

41 yıl önce toplumsal muhalefetin devletin en çıplak şiddetiyle ezilmesi üzerinden yeniden tahkim edilen bu düzen, bugün sudan ucuz hayatların mezar taşı olarak göğe yükselen kulelerin, gökdelenlerin gölgesinde sermaye biriktirmeye devam ediyor. Maden ocakları, tersaneler, sağımızı solumuzu saran betondan bloklar, hepsi, envay çeşit emek sömürüsünün ve dahi en kestirme ölümlerin semirttiği zenginliğin nişanesi oluyorlar. Yeni olan ne peki? Olsa olsa “Hayatın anlamı kul olmaktır” diye açık açık verilen öğütlerle insanlara çizilen ‘kader’ çizgileridir. 12 Eylül cuntası da ‘devlete kul olun’ diyordu elbette ama haklarını teslim edelim ki bugünkü 12 Eylülcüler kadar açık sözlü değildi!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa