13 Eylül 2021 00:30

Tekellerin futbolu: Yalnızlar tiyatrosu

Marcelo Bielsa

Fotoğraf: Mathieu/Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.0)

Paylaş

Yine bilgisayardan maç izlemekle meşguldum ki Sevgili Onur Özgen sayesinde haberdar oldum. Arjantinli Teknik Direktör Marcelo Bielsa, Sky Sports’taki soru-cevap etkinliğinde “Avrupa ligleriyle Güney Amerika ligleri arasında neden bu kadar fark var” sorusuna önemli bir yanıt veriyor: “…Güney Amerika futbolunun Avrupa futboluyla aynı seviyede olması imkansız. Bakarsanız, Güney Amerika liglerinin Avrupa’ya gittikçe daha az oyuncu gönderdiğini görürsünüz çünkü futbolcular kendi kulüplerinde parlamadan ülkelerini terk ediyorlar. Bu, herkese zarar veriyor. 15 yaşında bir oyuncuyu satın alırsanız futbolcunun doğduğu yerde, ait olduğu kulüpte, bildiği ligde geçirmesi gereken gelişim süreci bozulur…”

Özgen, usta hocanın bu ifadelerini “Belki de genç Türk futbolcuların kendi kulüplerinde oynayamadan Avrupa’ya gitmeleri sevinilmesi gereken bir durum değildir” yorumuyla paylaştı. Görebildiğim kadarıyla ona gelen yanıtlarda Türkiye’de futbol altyapısının yeterli olmadığı, bu yüzden genç oyuncuların ayrılmasının kendileri için daha iyi olduğu vurguları öne çıkıyordu.

Aslında bu, günümüz futbolu için Avrupa Süper Ligi projesi dahil tüm trendleri belirleyen çok önemli bir sorun ve meseleye Türkiye’deki altyapıların vaziyetinden çok küresel futbolun ekonomi politiğiyle bakmak lazım.

Böyle yapınca her seviyede şunu görüyoruz: Hızla tekelleşen, birkaç merkezde toplanan sektör çeperin, yerelin tüm umut vadeden kaynaklarını ortaya çıktığı ilk andan (16-21 yaş arası) vakumluyor, daha küçük-yerel olan kendi kaynaklarından istifade edemezken onun da gözü kendinden küçük pazarlara yöneliyor.

Bu hikaye yeni değil ama artık tekeller imkanlarını doğru kullandıkça çok daha profesyonel-bilimsel-hedefli hareket edebiliyor. Pek çok bölgeyi kapsayan serbest dolaşım yasaları da denklemi onların lehine avantajlı hale getiriyor.

Tekellerin hakim olduğu zirvede futbol sadece televizyondan izlenen bir içeriğe dönüştürülüyor, onların yıldız futbolcuları 2-3 günde bir maça çıkarılarak sürmenaja itiliyor. Stada gidebilenler dışında yüz milyonlarca futbolseverden, taraftardan beklenen bu içeriği uzaktan (ama sürekli) takip etmeleri. Gerçek sosyal etkileşim sıfıra yakın.

Ben burada işe nispeten büyük kent-kulüplerden ziyade taşradan bakıyorum. Sporun, futbolun buralarda sahip olduğu sosyal etkinin niteliğini önemsiyorum. Kasaba takımlarında bile o kasabanın gençlerinin yer bulamıyor oluşu hazin değil mi? Bu, kulüplerin yerele dayanan altyapılarının zayıflığına işaret ediyor doğru ama zaten bu çocuklar Bielsa’nın işaret ettiği gibi çok genç yaşta yuvadan uçacaksa o altyapıya neden yatırım yapılsın ki? Bunu ancak sosyal yanı kuvvetli, sorumluluğu ve derdi olan kulüpler yapabilir. Günümüzde ise herkes şirketleşmenin getireceği paradan bahsediyor. Kentin sporuna, altyapısına değil transfere harcanacak paradan. O parayla kurulacak takımı tribünden izleyeceğiz. Büyük ihtimalle kentin yeni, şehre uzak stadından.

Bu noktada Mersin örneği çok çarpıcı. 1932’de Cumhuriyet’te Mersin İdman Yurdu futbolcuları için kullanılan “Çukurova’nın yakıcı güneşinden hayat alan heyecanlı cenup çocukları” ifadesini barındırdığı yerel tını ve gerçeklik nedeniyle çok beğenmiştim. Bu yaz kulübün sembol figürlerinden Hacı Bayram Birinci’nin lokalinde Teknik Direktör Levent Arıkdoğan’la sohbet ederken 1970’lerdeki M.İ.Y. takımlarının kadrosundaki Mersinli oyuncu sayısının azlığından şikayet etmişti. Aynı yıllarda Seyfi Alanya’nın çok daha mütevazı koşullardaki Mersinli atletler, kenti Türkiye’nin en önemli atletizm merkezi haline getiriyordu. Bugüne gelindiğinde ortada Mersin İdman Yurdu bile yok. Hatta şehrin merkezindeki, denize nazır, kent belleği hüviyetindeki stat dahi yok. Yerine 162 milyon TL’ye kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, şehirle ilişkisiz bir stat var. Şehirle “modern futbola” ayak uyduracağım derken yok olan kulübün kaybettiği bağı özetleyen bir “yalnızlar tiyatrosu”.

Bielsa’nın şikayet ettiği düzende büyük sürekli olarak küçüğü yiyor. Sahalar yalnızca tekellere parselleniyor ve rekabet olanakları hızla geriliyor. Sosyal yanı yok olan futbol salt televizyon içeriğine indirgeniyor. Ve bu akıntı içerisinde kaçınılmaz olarak “Avrupa Süper Ligi”, “2 yılda bir Dünya Kupası” tipi projelere sürükleniyoruz. Hepsini ekrandan izleyeceğiz kimsenin şüphesi olmasın!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa