22 Eylül 2021 00:37

Bej mutabakat

Angela Merkel solda, Emmanuel Macron ortada , Joe Biden sağda

Angela Merkel solda, Emmanuel Macron ortada , Joe Biden sağda | Fotoğraf: Pixabay, DHA, Flickr

Paylaş

2021 başında ABD başkanlığının Donald Trump’tan Joe Biden’a el değiştirmesiyle yeşeren küresel iyimserlik, sonbahara girerken sararmış durumda. Biden liderliğinin liberal düzeni onarıp onaramayacağı sorusunun cevabı yavaş yavaş belirginleşiyor. Ve cevap olumlu değil. Bahardan bugüne bu köşedeki yazıları elden geçirelim:

Nisan ayında ABD’nin liderliğini onaracak yeni bir transatlantik mutabakat imkanlarını tartışmıştım. Haziran ayındaki NATO toplantısının ardından da hegemonyanın restorasyonu için Biden yönetiminin yerine getirmesi gereken şartları ele almıştım. Aşağı yukarı bir ay önceki son yazımın başlığı ise yeni dünya düzensizliği. Nisanda bir olasılık olarak görünen restorasyon ekime yaklaşırken artık hafızalarda sonsuza kadar “ya olsaydı” şeklinde yer edecek bir gündüz düşüne dönüşüyor. Biden yönetiminin ne içeride ne de dışarıda bir Franklin Delano Roosevelt devri başlatacak takati kalmadı.

Biden’ın en büyük zaafı partisi içindeki kapışma. Başkan Kongreye büyük bir altyapı yatırımı planı yollamaya hazırlanırken Demokrat Partinin muhafazakar kanadı ayak direyeceği mesajını veriyor. Batı Virginia Senatörü Joe Manchin, Biden’ın planlarının duraklatılmasını istediğini açıkladı. Parti grubunun birliğini korumaya mecbur olan başkanın başarısızlığa uğraması ciddi bir darbe olur. Kongrede kamu harcamaları tartışmaları süredursun, özellikle Haiti’den gelen göçmenlerin oluşturduğu 10 bin kişilik bir topluluğun Texas’ın Del Rio kasabasındaki bir köprünün altına sığınması görüntüleri haberlere yansıyor. Trump’ın arsızca kullandığı göç meselesi de Biden için parti içindeki gerilimleri arttıran potansiyel mayınlardan biri.

Dış politikada görüntü daha da karanlık. Biden, COVID-19’a karşı aşılamada kendisinden beklenilen küresel liderliği sergilemedi. Afganistan’dan çekilme süreci Amerikan tarihinin en travmatik anlarından biri olan Saygon’dan kaçışla karşılaştırılan bir fiyaskoya dönüştü. Britanya başta olmak üzere Avrupalı müttefikler Afganistan’dan çıkış konusunda danışılmadığından şikayet ettiler. Geçen haziranda, 2022 toplantısında yeni bir NATO konsepti geliştirme kararı alan liderler birbirlerine ya küstü ya da küsmek üzere. Avustralya’nın denizaltı siparişinde son anda Fransa’dan vazgeçip ABD’yi tercih etmesi transatlantik ilişkilerde beklenmedik bir fırtına yarattı. Fransız-Amerikan ilişkilerinin tarihinde ilk defa Fransa, Washington elçisini (Canberra elçisiyle beraber) istişare için geri çağırdı. Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, denizaltı işinde “üçüncü teker” olarak tanımladığı Britanya için de pek güzel sözler söylemedi. Bakana göre Britanya’dan elçiyi durum değerlendirmesi yapmak için çağırmaya gerek yoktu, çünkü “Onların bitmeyen oportünizmlerini zaten biliyorlar”dı. Savunma uzmanları ise Fransız denizaltıları Çin’le başa çıkmakta yetersiz olduğu için, Avustralya’nın Amerikan ürününü tercih ettiğinin altını çiziyorlar.

Denizaltı skandalının Biden’ın jeostratejik çıkmazının bir tezahürü olduğunu düşünebiliriz. Biden, Obama’yla başlayan Asya Pivotu yaklaşımını devam ettiriyor. The New York Times Muhabiri David Sanger CNN’de bu kavramı şöyle açıkladı: “Pivot demek birilerine arkanı dönmek demek”. Yani, eski bir komşunun sitem dolu deyişiyle: “Eski çamlar bardak oluyor”. Yeni jeostratejide müttefiklerin değerleri, öncelik ve ayrıcalık sıraları değişiyor ve stratejik önceliğin transatlantikten transpasifiğe kayması kaçınılmaz olarak transatlantik müttefiklerle sürtüşmelere yol açacak. Çıkmaz, ABD’nin Çin’e karşı küresel lider rolünü oynayabilmesi için bu küskün müttefiklere ihtiyaç duymasından oluşuyor.

Kendisine biçilen bardak işlevini reddeden Fransa’nın gelecek yılın başkanlık seçimleri sürecinde madiliğin dozunu arttıracağını öngörebiliriz. 2022’den itibaren Paris AB başkanlığını devralacak ve ABD’den daha bağımsız bir Avrupa güvenlik politikası için bastıracak. Önümüzdeki haftaki seçimlerde belirecek Berlin’deki yeni federal hükümetin Fransa’nın bu tavrına nasıl bir cevap vereceği özellikle gözlemlenmesi gereken bir boyut.

Transatlantik mutabakatın Almanya cephesi de nisandan bu yana bir hayli değişti. Baharda tarihi bir yükseliş yaşayan Yeşiller yine üçüncü parti sıralarına gerilerken, Yeşillerle baş başa yarışan Muhafazakar Birlik tarihinin en büyük yenilgisine doğru ilerliyor. Bu esnada baharda basında merhamet ve alay konusu olan sosyal demokratlar şansölye koltuğuna doğru ilerlemekteler. Der Spiegel bu hafta kapağına şu manşeti atmış: “Yeşil bir ülke değil”. Almanya belki yeşeremedi, ama kızıllaştığını söylemek de mümkün değil. Bejleşti demek daha doğru.

Aslında Biden’ın transatlantik restorasyonunu (başkanın favori rengi olan) bej mutabakat olarak tarif edebiliriz. Moda Yazarı Julia Hackober bu yılın pandemi sonrası modasına hakim olan bej-maniye eleştirel yaklaşıyor ve neden bej bir döneme girdiğimizi sorguluyor:

“Bu nasıl oldu? Geçmiş senelerin renklerinin, Milenyal pembe ve Z kuşağı sarısının ardından bej mi gelecekti? Bej her şeyden önce hayatlarının kontrolünü elinde bulunduran ve bu kontrolü sergilemek isteyen insanlar için bir renk. Bu insanlar hiç terlemez, hiç etrafa döküp saçmazlar. Çünkü bej muhtemelen bakımı en yüksek maliyetli renktir.”

Hackober’e göre bej tercihi psikolojik olarak gerçek dünyanın karmaşasından kaçışı temsil ediyor. Biden başkanlığını daha iyi tarif eden bir renk yok sanki.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa