Günce Yayınları

Logo: Günce Yayınları
Stockholm. Günce Yayınlarından yeni çıkan 3 yeni kitaptan ikisi Serhat bölgesi ile ilişkili. Digor’lu Ayhan Erkmen’in “Serhat Öykülerini” keyifle okudum. Üstelik iki dilli bir kitap: “Çiroken Serhede”. Benim gibi Kürtçeyi sökmeye çalışanlar için çok yararlı iki dilli kitaplar. Yine Digor’lu Abdurahman Ada’nın “Digor’un Sürgünleri” adlı çalışması ise beni alıp Erivan’a götürdü. Kürt edebiyat ve kültürünü ayakta tutan Erivan Radyosunun Kürt ekibine. En zor zamanlarda bu radyonun yayınları bence 50’li yılların ikinci yarısında başlayan Kürt Rönesansının önünü açtı.
Yine Kars/Kağızmanlı Ekrem Bulut’un “Annem Yokça Konuşurdu” adlı romanı da sevdim. Barış ve demokrasiye adanmış bir kitap aynı zamanda, inceliklerle dolu.
Günce Yayınlarının akademik yayınları, dilbilim kitapları da var.
Yine eski günlere kayıp gittim. 1960’larda Günce Yayınları yoktu, ama Gün Yayınları vardı.
Gün Yayınları editörü Mehmet Ali Ermiş, 1969 yılında, Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Kardeşim” kitabının yasaklanmasından sonra, yargılanırken Sultanahmet Adliyesinde tam da duruşma sırasında kalp krizi geçirip ölecekti. Hızlı yaşadı, genç öldü, derler ya.
Daha bir sürü kitaptan daha yargılanıyordu zaten. 60’lı yılların Rönesans’ında Gün Yayınları coşku dolu kitaplar çıkaran bir yayıneviydi. Lev Tolstoy’un “Sivastapol 1854”ünü, İzak Babel’in “Kızıl Süvarileri”ni, Furmanof’un “Çapayev”ini, Gorki’nin “Halk Kültürü”nü, “Lenin 1924”ünü, Aytmatof’un “Toprak Ana”sını, Şolohof’un “İnsanın Kaderi”ni, Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi”sini, Gladkov’un “Çimento”sunu, Ehrenburg’un “Moskova’da Bir Sokak” ını, Aleksi Tolstoy’un “Düşman Topraklarımızda”sını yayınlarken, bir yandan da bizi Lu Sin’in “Çığlık” ı, Roy Gregor Hastie’nin “Bir Kızıl Barbar”ı ile Çin’e, Josue de Castro’nun “Yengeç Olan İnsanlar”ı ile Latin Amerika’ya götürüyordu; Çek yazarı Karel Çapek’in “Bir Avuç Delikanlı”sı ile buluşturuyordu.
Tabii Behice Boran’ın 60 sonrası ilk kitabını unutmayalım: “Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları”. Ve Jack London’un “Demir Ökçe”sini. Lenin’in “Marksizmin Kaynağı” nı. Rady Fish’in “Nazım’ın Çilesi”ni. Ve J. Baby’nin “Çin-Rus Çatışmasının İçyüzü” de Gün yayınlarından çıkacaktı.
Ve muhteşem bir katkı daha: Mehmet Emin Bozaslan’ın tercümesi ile “Mem ü Zin”. Elbette sene 1968! Bu da Kürt meydan okuması!
Bir başka ilk: Maxime Rodenson’un “İslamiyet ve Kapitalizm”i. Yine onun “Hazreti Muhammed”i. Marksist açıdan İslamı inceleyen önemli kitaplardı bunlar.
Ve Çetin Altan çevirisi ile çıkan, Marcel Villard’ın derlemesi: “Babeuf’ten Dimitrof’a Sosyalist Savunmalar”. Adı “savunma” ama ne yazar! Ağır Ceza kararı: Yasak!
Nasıl bir meydan okuma, nasıl bir coşku bu, her cepheden.
Franco’cuların öldürdüğü İspanyol Şairi Federico Garcia Lorca’nın “Çingene Türküleri”.
Mahkemede kalbi durmasa, kim bilir bizi daha hangi yazarlar ve kitaplar ile buluşturacaktı.
68 kuşağının devrimci romantizmini besleyen en önemli kaynaklardan biri oldu bu kitaplar.
Ve harika çevirmenler: Aydın Emeç, Erdoğan Tokatlı, Emin Türk Eliçin, Ülkü Tamer, Şerif Hulusi, Osman Saidoğlu, Suat Derviş, Attila Tokatlı, Selim Kent, E.Nermi, Güneş Bozkaya Kollantay, Semih Berk, Orhan Eti, Orhan Suda, Tektaş Ağaoğlu, Said Maden. Elbette, bazıları takma isim, TCK 142’den yargılanmamak için. Nasıl olsa yargılanacak cesur bir yayıncı var.
O zamanlar, ancak yayıncı yazar ve çevirmenin gerçek adını vermezse, yasaklanan kitaptan dolayı sorumlu tutulurdu. Yayıncının hukuki bir sorumluluğu yoktu, matbaacı gibi. Yayıncıları, yazar ve çevirmen ile birlikte sorumlu kılan 12 Eylül cuntası oldu. Matbaacıları da sorumlu kılmak istiyordu General Evren, ama Remzi, İnkılap gibi büyük yayınevleri engellemeyi başardı.
Düşünebiliyor musunuz, oto- sansür kurumunun ilk basamağı matbaacı olacaktı. Bir kitap götürüyordunuz matbaaya; matbaacı kitaba bakıyor, “Yok abi, bu kitabı basmam. Dert açma başıma!”
Türkiye yayıncılık sektöründe zaten yerleşik bir oto-sansür hep olmuştur. Daha çok ticari açıdan yaklaşan yayıncı niye sorun yaratacak, başını ağrıtacak kitap bassın?
Ama Mehmet Ali Ermiş aynı zamanda bestseller kitapları olan, başarılı bir işadamıydı aynı zamanda.
Başka bir ülkede olsa Mehmet Ali Ermiş üzerine birçok incelemeler çıkar, adına çeviri ödülleri konulurdu.
Ama hatırlayan kim? İyi ki “Kapital” çevirmeni Alaaddin Bilgi bir yazı yazdı Evrensel’e ona ilişkin. Onun nasıl harika, olağanüstü bir insan olduğuna ilişkin.
Mehmet Ali Ermiş, Muşlu bir Kürttü. Muş’u da Serhat’ın bir parçası sayıyorum. Onun okuma maceraları, tiyatro maceralarını da A. Bilgi’nin yazısı sayesinde öğrenebildik.
Onun yaşamı, sanki bir roman kahramanı gibiydi. Tam bir roman karakteri idi. İki kızı vardı Mehmet Ali Ermiş’in. Cağaloğlu piyasası hiçbir dayanışma göstermedi aile ile. Yasaklara, mahkemelere, 49 yaşında vakitsiz ölüm ve çamura yatmalar eklenince yayınevi çöktü.
Yanlış hatırlamıyorsam, iki kızı vardı. Eşi daha sonra, çevirmen Attila Tokatlı ile evlenecekti.
1970’lerde ise, bir başka Günce Yayınları yükselecekti. Onun hikayesi de bir başka yazıya.
Evrensel'i Takip Et