25 Eylül 2021 00:34

Liberalizmin korkunç mirası: Polonya'dan dersler

Solidarność logosu

Solidarność (Dayanışma) logosu

PAZAR
Paylaş

Giderek derinliklerine daldığımız faşizan kabusun panzehrini hâlâ liberalizmde arayanlar var. Hatta siyaset (ve kısmen medya, akademi) sahnesine bunlar hakim.

Liberalizmin faşizme giden yolun köşe taşlarını nasıl döşediğini, Türkiye tarihi üzerinden anlatmaya çalışıyorum yıllardır. Ancak “devletçi siyasi kültürümüz”, vb. masallar o kadar yaygın ki. Bunları alt etmek zor. Belki bütün dünyanın Polonya ve “Dayanışma”ya yüklediği anlamları anımsayabilirsek, biraz silkelenip kendimize gelebiliriz.

O yıllara doğru beraber seyahat edelim... Sözde “komünizm”in yıkılmasına sevinmeyen yok gibiydi. Bütün dünya artık özgür olacaktı. Ortama liberalizmin zafer sarhoşluğu hakimdi.

Gelin görün ki, Doğu Bloku rejimlerinin yıkılmasında büyük etkisi olan kitle hareketi “Dayanışma”nın önderlerinden biri, bugün dünyanın en aşırı sağcı hükümetlerinden olarak görülen PiS’in başında. Nasıl oldu da liberaller fanatik sağcı bir rejim kurdu?

Bu sürecin merkezinde ne var biliyor musunuz? İşçi sınıfının gözden düşürülmesi. Çalışanların sisteme duydukları nefretin, ekonomi değil kimlik bazlı örgütlenmesi. Ekonominin -hem “Dayanışma”, hem eski rejimin yöneticileri tarafından- “Dokunulmaz” alan ilan edilmesi. 

İşin garip tarafı, Polonya’da bunun zeminini bir işçi hareketi hazırladı.

“Dayanışma”, ilk vücuda geldiğinde liberal değil, öz yönetimci idi. 1980’lerin başlarında, hareketin merkezinde 1) kapitalizm ve devlet sosyalizminin dışında, “üçüncü yol”u arayan entelektüel ve aktivistler; 2) rejim karşıtı, (birçoğu milliyetçi ve/ya dindar) işçiler ve teknisyenler vardı. Eylemci işçilerin hayalleri, fabrika merkezli bir özerklikti. Katolik bir dille bunu ifade ediyorlardı ama, özlemleri papanınkinden çok konsey komünizmiyle; Proudhoncuların, (bazı) Adil Düzencilerinkilerle örtüşüyordu.

Ancak, harekette giderek belirleyici hale gelen aktivistler, siyasetçiler, sendikacılar ve entelektüeller liberalleşti. 1980’lerin ortasından itibaren öz yönetime de, işçi sınıfının ekonomik çıkarlarına da cephe aldılar. Çünkü artık “Demokrasiye geçmek için”, fabrikaların iş disiplinini kabul etmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

“Dayanışma”, eski rejimin 1989’da yıkılmasından sonra, IMF patentli uygulamalara imza atmakla yetinmedi. Bunlara karşı mücadele veren sendika ve işçileri hain ilan etti. Liberal bir ekonomi ve siyaset, işçi sınıfının toptan biatını gerektiriyordu. Bu ufuk değişimi sonucunda “Dayanışma”, üyelerinin büyük bir kısmını kaybetti. Sınıf ve gaye birliğinden mahrum bırakılan Polonya işçileri, yine de militan grevlerle IMF reçetelerine karşı savaştılar.

Grevler 1993’te “Dayanışma”nın iktidarı kaybetmesiyle sonuçlandı. “Komünist” dönemin yöneticileri, yeni bir isimle gelip IMF politikalarını uygulamaya devam etti. Bu uygulamalar, sosyal demokratından, sol liberaline, dünyanın önde gelen akademisyen ve entellektüelleri tarafından desteklendi.

Sonuç, artan yoksulluk ve işsizlikti. Eski “komünist”ler, 2004 ve 2005 seçimlerini kaybetti.

“Dayanışma”nın artıkları, kimlik değiştirip, işçilerin öfkesini sadece “komünistler”e değil, azınlıklara, Yahudilere, Avrupa Birliği’ne ve liberalizmin kendisine yöneltti. 1990’ların sonunda, radikal sağcı bir parti olarak siyaset sahnesine geri döndü bu artıklar. PiS, 2005’te seçimleri kazanıp iktidar oldu ama, henüz neoliberalizmin enkazı ile baş edebilecek bir olgunluğu yoktu. İki yılda koltuğu kaybetti.

O olgunluk, Putin Rusya’sı ve Macaristan’daki Orbán rejimiyle etkileşim halinde gelişti. 2015’te tekrar iktidara gelen PiS, altı yıldır ülkeyi Orbán-Putin çizgisinde yönetiyor. 

Başka bir deyişle “Dokunulmaz” alan ekonomiye, ne sözde solcu eski “komünist”ler, ne liberal kalan liberaller dokunabiliyor. Sadece radikal sağ cesaret edebiliyor buna.

Başıboş bir ekonominin çıkmaz sokak olduğu artık besbelli. Bu alanda bir tek radikal sağ at oynatırsa, her geçen yıl kendini faşizmin babacan kollarına atan ülke sayısı da artar.

***

Elbette her ülkenin özgüllükleri var. “Biz bize benzeriz”cilik tuzağına düşmeden de bunun idrakına varabiliriz. Bununla birlikte, Türkiye’den Amerika’ya uzanan geniş bir coğrafyada, liberalizmin sonuçları Polonya’dan çok da farklı olmadı.

Emperyalist işgaller, liberal argümanlarla desteklendi. Bu işgallerin bölgemizi ne hale soktuğu ortada. 

Neredeyse her ülkede ekolojik yıkım, artan yoksulluk ve eşitsizlik doğal karşılandı. En iyi ihtimalle piyasa odaklı çözümlerle geçiştirildi. Türkiye özelinde, 2008 sonrasının faşizan rejimi, işte bunlara cevaben gelişti (Ama bunların çözümü olarak değil).

Bu koşullarda liberalizmi tekrar denemek, sadece bu yıkımları derinleştirecektir. Ve böyle bir durumda, radikal sağ (Zekice davranabilirse) kabuk değiştirerek ve daha da güçlenerek geri gelir.

Özalcılığa, “AKP’nin Gül gibi ilk dönemi”ciliğe değil, yeni bir ufka ihtiyacımız var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa