26 Eylül 2021 00:09

Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi

Fotoğraf: Kişisel arşiv

PAZAR
Paylaş

Bir cimrilik abidesi olarak basın tarihimize geçmiş güzide bir kişidir Halil Lütfü Dördüncü. Hakkında anlatılanlar ve yazılanlar fıkra niyetine bile okunabilir. Dürüsttür. Kıyasıya pazarlık eder, bıktırıncaya kadar sürdürür pazarlığı ama dediğini dediği gün öder. Bir gazete patronudur ama gazetenin bir sayfasının bile çöpe gitmesine gönlü razı olmaz.

Çalışanların ayaklarını sürüyerek dolaşmasından hoşlanmaz gazetede, yerlerin ve ayakkabı topuklarının zarar göreceğinden endişe eder.

Darülfünun’da okumuştur efendim. Yani ne demek? Bilmeyenler için “üniversite” anlamına gelmektedir. Vakit gazetesinde işe başlamış, mektepten yetişip alayda pişmiştir. Gazetede çıkacak haberin satırına göre para istediği de rivayet edilmektedir. Hakkındaki rivayetler o kadar çok ki, Halil Lütfü Bey için anlatılabilecek herhangi bir cimrilik hikayesi şaşırtıcı gelmemektedir.

Melih Aşık bir yazısında bahsetmiş, benzine yapılan zamma veryansın ediyor Halil Lütfü Bey, kulaklarından ateş çıkıyor.  Sormuş biri,

-Hoca senin araban yok ki, neden kızıyorsun?-Ben de çakmak kullanıyorum, demiş.

Burdan bakınca sahiden fıkra gibi okunuyor ama Halil Lütfü Bey’in maceraları bitecek gibi değil. Bir ara öğretmenlik yapmış ama onda da öğrencilere kıt not verdiği söylenir. Tan gazetesinin sahiplerinden. Sabiha ve Zekeriya Sertel’in iş ortağı. İş yerine evinden sefertasıyla yemek ve meyve getirir. Taşımaktan gocunmaz. Patlıcan, kabak, kereviz gibi yemeklerden hoşlanmaz, evde bunlar piştiği gün Sirkeci’de Konyalı lokantasında yemeğe oturur, evden getirdiği meyveleri garsonlara yıkatıp öyle yermiş. Elbet lokantanın sahibi saygı ve hürmetle misafir eder Halil Lütfü Dördüncü’yü, asla bahşiş vermeyen bu müşteriye garsonlar hizmette ve hürmette asla kusur etmez.

Malumunuz Tan gazetesi bir gurup gerici ve faşist güruhun saldırılarına uğradı, gazete ve matbaa “vatansever” olduklarını iddia eden “heyecanlı gençler”in saldırısı ve yağmasıyla tahrip edildi.

Kamel Sülker de bir zaman Tan gazetesine yazdığı yazılardan dolayı hakkında soruşturma açılıp ceza alan kişilerden biri oldu. Bir süre Konya’da yaşamaya mecbur edildi. Sonra Antakya’ya gönderildi. Antakya memleketi olduğu için oradan da Tokat’a yollandı. Örfi idare demek, ne demek, hey gidi..

Baskını öğrendikten sonra Tan gazetesine sürgünde olduğu Tokat’tan bir telgraf çekti Kemal Sülker; saldırıyı kınadı, fikre karşı kaba kuvvete başvuranlar adına utancını dile getirdi, geçmiş olsun dileklerini iletti.

Halil Lütfü bey araya duruşmalar vs girince hemen yanıt verememiş bu telgrafa, araya giren zamana da bakmadan bir mektup yazmış Kemal Sülker’e:

“Hakikatli evladım Kemal,

Şimdi beni iyi dinle. Sana bağladığım ümidi boşa çıkardığın için müteessifim ve artık adam olmayacağına inancım tamdır. Be çocuk, Tokat’ta feleğin sillesini yiyerek çile çekiyorsun. Böyle zamanlarda en iyi dost paradır. Zaten orada ne iş tutabilirsin ki, buradaki müsrif hayatını sürebilesin. Bir de bana telgraf gönderiyor ve sekiz lira kadar para ödüyorsun. Bir mektupla hissiyatını yazamaz mıydın? 15 kuruşluk pul, yüz paralık zarfla kağıt kullanmak varken upuzun bir telgrafı hem de acele kaydiyle göndermenin alemi var mıydı? Evet, sen adam olmazsın. Gene de bizi memnun ettin, gözlerinden öperim.” (Yazko, sayı 34, sayfa 69)

Akbaba dergisi Halil Lütfü Dördüncü ile iyiden iyiye alay edip, cimriliği üzerine fıkralar yazmıştı. Ama dergi Tan Matbaası’nda basılıyor, nasıl olacak. Efedim baskı maliyeti neyse fatura edilecek elbette. Artık neye anlaştılarsa o fiyatın faturası gönderilecek. Ama bu defa telif faturası da gönderilmiş Akbaba’ya, “Niye hayret ettin be Yusuf Ziya? Bir sayınızda tam bir sayfa benimle ilgili fıkralar sıralamadınız mı?.. Eh, konu benim, hadise benimle alakalı, sözler benim… Bu fıkralar için 125 lira telif hakkı istemem niye yersiz olsun, katiyen telif hakkımdan vazgeçmem.”

Akbaba o telifi ödedi mi, Halil Lütfü Bey anlaşılabilir hazinesine o teliften kaynak aktardı mı, bilmiyoruz pek tabi.

Gösterişten hazzetmeyen, yatların ve kotraların gölgesinde dolaşmaktan hoşlanmayan, borçtan korkan bir gazete patronu olarak basın tarihimizde güzide bir yeri oldu Dördüncü’nün.

Parasıyla ilgili konuşmalara kulak asmayan ama hesabını da asla şaşırmayan bir insan oldu daima.

Aziz Nesin’e de bir zaman patronluk etmiştir Halil Lütfü Bey. Aziz Bey’in alacaklısı yakasına yapıştığında mecbur patronun kapısını çalıp filanca saatte borcunu ödemesi için avans ister. “Tama o saatte gelip alırsın” karşılığını alır. Parayı neden şimdi vermediğini sorar, Aziz Bey’in anlattığı da fıkra gibidir.

“Bakarsın adam ölür, ben sana parayı vermekten kurtulurum. Bakarsın sen ölürsün, ben yine parayı vermekten kurtulurum” dedi. Ben o zaman dedim ki; “efendim, benim şansım yok. Ne adam ölür, ne ben ölürüm. Siz ölürsünüz ben parayı alamam.”

Kıymetle…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa