Varlık içinde yokluk

Fotoğraf: Pixabay
Son birkaç yıldır, ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda iç içe geçmiş üç önemli krizle karşı karşıyayız. Birincisi, 24 Haziran 2018 seçimleri sonrasında resmiyet kazanan ve bütün yetkileri tek elde toplayan ‘Tek adam rejimi’nin yarattığı siyasal kriz. İkincisi, halkın yoksullaşmasına neden olan, yüksek işsizlik ve enflasyonu besleyen, çalışma ve yaşam koşullarını zorlaştıran ekonomik kriz. Üçüncüsü ise hâlâ kontrol altına alınamayan, kitlesel ölümlere, iş ve gelir kayıpları yaşanmasına neden olan kovid-19 salgını.
Türkiye’de yıllardır sürdürülen emek düşmanı, piyasa ve patron dostu yıkım politikalarıyla altüst edilen, sıcak paraya, borçlanmaya ve tüketime dayalı ekonominin, adım adım yok edilen tarımın, esnek ve güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırma uygulamaları milyonlarca emekçi ve ailesinin yaşamını ve geleceğini açık açık tehdit etmeye başladı. Ekonominin dümenini elinde tutanlar sıcak paranın bedeli ne kadar ağır olursa olsun Türkiye’ye akmasını istiyor. Bunun için sadece yerli paranın değil, emeğin değeri de ucuzlatılıyor. Emekçilerin iş, ekmek ve insanca yaşayacak ücret talepleri yok sayılırken patronların bütün istekleri eksiksiz yerine getirilmeye çalışılıyor.
Ekonomik kriz işyerinde, sokakta, evde, özellikle mutfakta en yakıcı biçimde etkisini hissettirmeye devam ediyor. Ekonomik kriz sürecinin ağırlaşarak sürmesi nedeniyle milyonlarca emekçi işini, gelirini, güvencesini ve en önemlisi geleceğini kaybetme riskiyle karşı karşıya. İş ve gelir kayıplarının artmasının kaçınılmaz sonucu olarak hane halkı borçları tarihin en yüksek seviyelerine yükseldi.
Geçtiğimiz üç yılda halkın bankalara olan kredi ve kredi kartı borcu en az iki kat arttı. Salgın sürecinde kullanılan bireysel kredilerin yüzde 32’sini (yaklaşık 200 milyar lira) geliri asgari ücretin altında olan 7.7 milyon kişi kullandı. Bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe düşenlerin sayısı ise bu yılın ocak-temmuz döneminde, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 82 artarak 741 bin kişiye yükseldi. Temmuz sonu itibarıyla toplamda 3 milyon 644 bin kişi borcunu ödeyemediği için yasal icra takibinde bulunuyor.
Milyonlar hayat pahalılığı ve borç batağında çırpınırken, müşteri garantili projelere ve faiz giderlerine her yıl milyarlarca lira aktarılıyor. Sayıştay raporlarıyla sadece bir bölümü tespit edilen devasa usulsüzlükler, devletin bütün kurumlarını saran israf ve yolsuzlukların miktarına bakınca milyonlarca insan açısından resmen varlık içinde yokluk çekildiği anlaşılıyor.
İktidarın uyguladığı ekonomi politikalarına ve alınan tartışmalı kararlara bakınca gerçekte enflasyonu düşürmek ve hayat pahalılığına çözüm üretmek gibi bir dertlerinin olmadığı anlaşılıyor. Hayat pahalılığı karşısında atılması gereken adımların tam tersi bizzat iktidar eliyle atılıyor. İktidarın ekonomi politikalarının ve siyasi tercihlerinin kaçınılmaz sonucu olan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının sorumlusu olarak marketleri göstermesi ise tam bir komedi. Market denetimleri ile fiyatları aşağıya çekme girişimlerinin hiçbir işe yaramayacağını herkes biliyor.
Siyasi talimatla faiz oranlarının düşürülmesi döviz kurunu, yüksek döviz kuru enflasyonu, enflasyon faizleri tetikliyor. Türkiye ekonomisinin yıllardır içinde yer aldığı bu kısır döngüden çıkarmak adına hiçbir adım atılmıyor. Böylece halkın daha fazla borç yükü altına girmesiyle adeta soluksuz bırakılması sağlanırken, zenginlere, büyük patronlara ‘nefes’ aldırmayı sürdürüyorlar. Hayat pahalılığı, bütçe açıkları, kamu zararları, salgın koşullarında yaşanan iş ve gelir kayıpları gibi sorunların bütün faturasını geride kalanların üzerine yıkmak için gece gündüz çalışıyorlar.
Evrensel'i Takip Et