02 Ekim 2021 00:15

Tavşan niçin kaçar?

Görsel: Av filminden bir kare 

Paylaş

“Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi” ile övgüler alan “Adab-ı Muaşeret” ile sınıfta kalan, iki kısa filmin ardından yeniden uzun metrajda karar kılan Emre Akay’ın “Av”ı bu haftanın kayda değer yerli yapımlarından.

Film, genç bir çiftin flört sahneleriyle açılıyor. Yasa dışı bazı işlerin çevrildiğini anladığımız ev polis tarafından basılıyor. Fırat adlı erkeği darbeden Sedat adlı polis memuru arbede sırasında hasmını öldürüyor. Bu sırada balkonda saklanan Ayşe kaçmayı başarıyor. Aile evinden para ve araba çalan Ayşe, bir süre sonra Sedat, ağabeyi ve iki erkeğin daha olduğu grup tarafından yakalanıyor. Bir kez daha kurtulmayı başaran Ayşe kendisini ormanın içinde bir kaçma/ kovalamaca, av/ avcı denkleminin içinde buluyor. Hikaye özetle böyle.

“Av” için iki ayaklı bir film diyebiliriz rahatlıkla. Film, koca (devlet), aile ve militarizm temsillerinden kurulu avcılarıyla genç bir kadının Türkiye’de hayatta kalma mücadelesinin alegorisini yapıyor adeta. Bütün bu patriarkal unsurlar, onlar tarafından biçilen rolü kabul etmediği, kendi kaderini kendi yazmak, hayatının iplerini eline almak istediği için hedef tahtasına koyuyorlar Ayşe’yi. Film de haliyle Türkiye’de bir kadının hayatta kalma savaşına dönüşüyor.

Filmin ikinci ayağını, sinematografisini de belirleyen aksiyon kısmı oluşturuyor. İşte sıkıntı da burada başlıyor kanımca. İlk 20 dakikalık kuruluşun ardından ormanda geçen uzun bölümde hızla tempo kaybediyor yapım. Filmin akış ritmi korunsa da tema ve hikayesi ikna edicilikten uzaklaşmaya başlıyor. Sedat’ın elini bu kadar kolay kana bulamasına tamam desek bile yanındakilerin bunu kabullenmesiyle ilgili sorun yaşıyoruz. Amerikan filmlerinden fırlamış ‘psikopat’ Çetin’in bir yandan korkup, diğer yandan Ayşe’nin peşinden gitmekteki ısrarının nedenini tam olarak göremiyoruz. Bir tür Hollywood aksiyonu gibi inşa edilmek istenen görsel dünyanın, seyir zevkini diri tutacak bir hikaye akışına sahip olamaması nedeniyle birbirini tekrar eden söz ve davranışlara sıkışıp kalmasına da çare bulamıyor yönetmen.

Evet, bu tür filmlerden beklendiği üzere bir süre sonra av ile avcı yer değiştirip, hayatta kalma mücadelesi verenin giderek tehlikeli hale geldiği bir akış kuruluyor. Ama bu sefer de sürekli yer değiştiren av ve avcının motivasyonlarını anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü ormanda kalmak her iki taraf için de bir zorunluluk değil, adeta keyfi bir şeye dönüşüyor. Nâzım Hikmet, “Kuvayi Milliye Destanı” şiirinde “Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar” diye yazar. Tavşanın tavşanlıktan gelen bu ruh haline filmin karakterleri de bürünüyorlar bir süre sonra. Tavşanı tavşan olduğu için anlıyoruz ama bu hali anlamak zorlaşıyor giderek. Neyse ki final sahnesiyle bir kez daha ritmini toparlamayı başarıyor Emre Akay.

“Av”, bir yanıyla senaryosundaki sıkıntılardan mustarip ve özellikle orta bölümde kendi kuyruğunun etrafında dolanan bir anlatıya sahip. Ama diğer yanıyla da Türkiye’de pek sık görmediğimiz nitelikli tür sineması yapma iddiası taşıyor. Bunu yaparken de toplumsal bir sorunu hikayenin ana omurgasına yerleştirmeye çalışıyor. Kanımca bunu başarıyor da. Başaramadığı, tür ile kurduğu ilişki, onun ritmini yakalamaktaki yetersizlik. Aslında işin zanaat kısmı.

Ahmet Rıfat Şungar (Sedat) ve Yağız Can Konyalı’nın (Çetin) filmin atmosferiyle uyumsuz, kimi zaman karikatür gibi duran abartılı oyunlarının yanında Ayşe’yi canlandıran Billur Melis Koç sade bir görüntü çiziyor, rolünün altından kalkmayı başarıyor.

“Av”, kendi adıma Türkiye’de eli yüzü düzgün tür sineması yapma girişimlerine eklenen yeni bir halka. Bütün eksik gediğine rağmen bu girişimlerin seyirci tarafından onore edilmesi ve yönetmenlerin cesaretlendirilmesi gerektiğini inanıyorum. Gişe filmleri ile sanat filmleri arasındaki büyük boşluğun bu filmler tarafından doldurulması her iki uç için de yararlı olacağını düşünüyorum.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa