02 Ekim 2021 00:41

Sapı bedenimden

Doç. Dr. Aslı Kayhan

Doç. Dr. Aslı Kayhan | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Anlayamıyorum; bir toplum nasıl oluyor da biriktirilmiş, üzerine yatırım yapılmış değerlerini böylesine heba edebiliyor, toplumsal hizmetten dışarı savurarak toplumsal hizmet ve yarar yaratma kanallarını böylesine tıkamayı göze alabiliyor!

Bu kez de bir başka üniversiteden bir doçent meslektaşımıza, tüm sınavları geçerek doçent oluşundan iki ya da daha fazla süre geçmiş olduğu halde doçent kadrosu verilmeyerek yılları heba edilmiş olduğu gibi, toplumsal hizmette de güçlü bir halka daha kopartılmıştır. Dr. Aslı Kayhan sosyoloji alanında tüm akademik gerekleri yerine getirerek doçent olmuş bir eleman olarak topluma hizmete yöneltilmesi gerekirken, tam tersi bir işlemle, bir takım yasal gerekçeler(!) ileri sürülerek hizmetten ihraç edildi.  

Bir yandan tabela üniversiteleri açıyoruz, diğer yandan da yetişmiş, üzerine toplumsal kaynak tahsisi yapılmış elemanlar kadrosuzlukla köleleştiriliyor ya da kadro dışına itilerek, hizmetlerinden yararlanma yolları tıkanıyor. Bu nasıl bir hırs ve cehalettir ki, toplumun akıl kaleleri birer birer yıkılıyor!

Ne demeli ki, hikaye malumdur; ağacı yıkmaya çalışan baltaya ormandan yükselen ses şudur: “Sapı bedenimdendir”.

Resim giderek netleşiyor; üniversiteler merkezileşip, rektör ve diğer üst kademe yöneticilerinin seçimi yerine yukarıdan atama uygulamasına geçildiğinde, baltaya sap olmaya aday sayısı da artarak, akademi dünyasında ilginç bir turnusol testi yaşandı, yaşanıyor. Siyasetin üniversiteye girmesi 1982 YÖK’le oluşturulup, günümüze dek siyasetin akademi üzerine kabus gibi çöküşü, hatta akademinin bazı alanlarında siyaset ile taraf olmamaya direnen sermaye kesimi ile örtülü kavgası sürdürülmektedir.

Akademi tarafsız değildir; üretim ilişkisinin üstyapı örgütü, ekonomik sistemin çok etkili ideolojik aygıtıdır. Bu yönüyle akademi tarihin huzurunda da suçludur. Fakat sermaye yönlendirmesi ile de olsa akademi, bilimsel çalışmaları ve topluma hizmet sunan araştırma ve buluşlarıyla topluma, hatta insanlığa yararlı kurum olma sıfatını korumuş ve bu yönü ile de toplumsal saygınlık kazanmıştır. İleri ülkelerde üniversite toplumsal üretim ideolojisiyle iç içedir, fakat aktif siyasete şeklen de olsa uzaktır. Üretim ideolojisinin birer üstyapı kurumları olan kapitalist devlet yapıları ve akademi birbirinden ayrışırlar. Akademinin örtülü sermaye ve üretim ideolojisi bağlantısı Pierre Bourdieu’nun “sembolik şiddet” olarak nitelediği eleme süreçleriyle korunur. Gerek lisans düzeyinde çok sayıda sınav uygulaması, gerek akademiye girişlerde uygulana girift eleme sistemleri “akademi tarikatı”nın ideolojik yapısının, yani üretim ilişkileri sisteminin korunması ve devamının sağlanmasına yöneliktir.

Ülkemizde yaşanan trajedi salt geri kalmışlık ya da perifer olma konumunun sahnelediği süreç olmanın çok ötesindedir ve giderek politikleşen tablo ürküntü vermektedir. Bu trajedide akademinin politikleş(tiri)lmesi baltanın sapının bizzat bedenden çıkması ile perdelenirken, bedenin ne denli kurumsallaşamamış olduğu kadar, siyasal erkin de toplumu hangi amaçla savurmaya çalıştığının da ilginç göstergeleridir.

Cehalet hem kördür, hem de kıskanç ve intikamcıdır. Cehalet öylesine kördür ki, çevresini algılayamadığı gibi, kendi vahim konumunu da göremez, dolayısıyla cahil olduğunu anlayamaz. Yükselemediği için, “Bildiğim tek şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” diyebilen filozof ve aydınlar düzeyine çıkamayan cahil, her şeyi bildiğini zannederek, etrafı susturmaya ve her şeyi yönetmeye kalkar. Cahil birey içsel duyumlarıyla algıladığı cehaletini kimse göremesin diye etrafını baskı altına alarak despotik yönetim kurar. Cehaletin sürüklediği despotik yönetim tedricen o denli yaygınlaşır ve yükselir ki, tüm kurumlar siyaset kurumunun peyki konumuna dönüş(türül)erek, bir tür eleştirisiz yönetsel sistem oluşturulur.

Marx ve Freud’un teorilerinin örtüştüğü yer burasıdır. Şöyle ki, Marx toplumların, Freud ise bireylerin görüntüsel olarak sakin ve huzurlu, fakat içsel derin çatışma dinamikleri taşıyan sistemler olduğunu savlar. Görüntü ve öz farklılığı şiddetli baskılama neticesinde oluşur, fakat bu durum geçicidir ve patlama ya da sosyal direnişlerle sistemler sükunete kavuşur. İşte, toplumlarda ve insan üzerinde hissedil(emey)en baskılar üretim ilişkisinin ve/veya bağlantılı olarak gelişen toplumsal adetlerin uygulama biçimleridir.

Ancak, tarihin belirli dönemlerinde belirli toplumlarda görülen politik seçicilik ve partileşmenin Bourdieu ve Marksist analizi de aşan konjonktürel sebepleri vardır. Bu tür partileştirme hareketleri uygulandığı anda olduğu kadar, söz konusu partilerin tarihin çöplüğüne süpürüldüğünde de nesiller boyu sürdürülebilecek etkiler oluşturma nitelikleriyle son derece tehlikeli ve uzun erimli toplumsal zehirdir, çünkü bir dönemin zehrini temizleyici gibi algılanan aday karşıt partinin panzehridir ki, o da ilk zehir kadar vahimdir ve uygulamanın sürgit devam zincirinin halkasını oluşturur.

Ülkemizde, Türk-Kürt, dindar-laik, sağcı-solcu vb. gibi çeşitli toplumsal katmanlar hakimiyetine dayalı farklılaşmalara bir de örtülü olarak şu parti/bu parti bölünmeleri sadece akademi dünyası için değil, önceleri tüm kamu kurumları, saniyen özel kesime de yansıyarak tüm toplum üzerine çöken kabustur.

Akademi, teorik olarak kendi dışında oluşan bu kabusu analiz edip çare üreteceğine, hukuksuz yasayı arkasına alıp, baltaya sap olma hevesiyle ormanı tahribe yönelmektedir. Yazıktır, günahtır!..       

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa