Kentler ve stadyumlar
Fotoğraf: beIN SPORTS Türkiye /Wikimedia Commons(CC BY 3.0)
Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol kitabının dilimize anlamı epey kaybettirilerek çevrilen “Stadyum” bölümünde -aslında- şöyle demek ister: “Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi? Deneyin bir kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin. Boş bir stadyum kadar dolu, boş tribünler kadar geveze bir şey yoktur.”* Sonra başlar kadife kalemiyle, o boş stadyumların nasıl nesilden nesile bilgi aktararak bizimle konuştuğunu tarif etmeye. Wembley, Centenario, Maracaná, La Bombonera, Azteca, Camp Nou, San Mames, Giuseppe Meazza, Münih Olimpiyat Stadı’ndan unutulmazları hatırlatır. Suudi Arabistan’daki Kral Fahd Stadyumu’nun mermer, altın ve halı kaplı da olsa anlatacak bir anısı, söyleyecek kayda değer bir sözü olmadığından dem vurur.
Galeano büyük oranda haklı. Özellikle tarihi stadyumlar boşken dahi bizimle, çevresiyle, kentiyle konuşur. Bir şehrin en dinamik sahnelerinden biri olarak biriktirdikleri, spor hatıralarıyla sınırlı değildir çünkü.
Örneğin Şili’de Pinochet’nin işkencehanesi olarak kullanılan Estadio Nacional görüp geçirdiklerini anlatırken 1962 Dünya Kupası’nın yıldızları Garrincha ve Vava’yla yetinebilir mi? Ya da Buenos Aires’te “El Monumental” cuntaya kale direkleriyle direnmişken mevzuyu sadece ’78’in Hollanda finali zaferinden ibaret tutabilir mi?
Üstad Galeano “büyük oranda haklı” çünkü Kral Fahd Stadyumu ne kadar tarihsiz olsa da “Mermer, altın ve halı kaplı olmasıyla” çok şey söylüyor Riyad’ın yoksullarına. Stadyumlar kendilerini inşa edenleri ele verirler. Mimarileriyle, konumlarıyla, malzemeleriyle… (Tarihi bir saçmalık, bir aptallık abidesi olarak, şehrin epey uzağındaki Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nun uzun süredir sövdüğü kesin.)
***
İngiltere’de hemen her kulübün kendi stadı vardır. Bu yüzden Londra başka pek çok şeyle birlikte bir stadyumlar şehridir. Stamford Bridge’den Selhurst Park’a bu statların hepsi birer “ground”dır; yani zemin, toprak. Aksi o kulübün “köksüzlüğüne” işarettir.
İngilizler, Antik Yunan’dan Roma’ya miras kalan, farklı çağlarda farklı coğrafyalarda Aztekler ve Mayalar tarafından yaşatılan bu “stadyum” geleneğini canlandırıp kriket, ragbi ve futbol aracılığıyla tüm dünyaya yaydı. Bunu yaparken geleneklerin çoğunu korudular. O gelenekler çoğu zaman emrinde olduğu sınıfın özelliklerini yansıttı, dışlayıcı ve cinsiyetçiydi. Böylece sporu yayan ve kontrol edenlerin maço kültürüyle “verimli” bir sinerjiye girdiler. İngiltere’de 19. yüzyıl sonunda kadınların statlara ücretsiz girebildiği bir dönem vardı gerçi ama ilgi büyük olunca vazgeçildi. Nasıl para kazanılacaktı? Hem Antik Yunan’da da kadınların stadyuma girmesi yasak değil miydi?
Bu ezeli dışlama kimi yerlerde resmen, kimi yerlerde fiilen uzun süre yaşatıldı. Kadınlar ne sporcu ne seyirci olarak içeri girebilsin diye her şey yapıldı, yapılıyor. Bu da onları mücadelenin farklı boyutlarının sahnelerinden biri haline getiriyor.**
Mücadele demişken stadyumlar Diyarbakır’da, Kahire’de, politik baskının kent hayatını zapturapt altına aldığı yerlerde siyasi örgütlenme mekanlarıdır. Dışarıda dile gelmeyenler orada dile gelir, dışarıda yasak olan marşlar orada okunur, dışarıda birleşemeyenler orada birleşir. 30 yıllık rejimleri deviren ruh buradan devşirilir kimi zaman.
***
Sermaye son dönemde kentin günahlarını onlara yazıp statları şehir merkezlerinden sürmenin böylece hem kent rantı yaratmanın hem doğanın aleyhine betonu yaymanın yolunu bulmuştur. Bir taşla iki kuş vurulur. Napoli’de yeni bir rant merkezi yaratma yolunda yeni stadın nasıl kullanıldığını anlatan “Şehrin üzerindeki eller” daha önce bu köşeye konuk olmuştu. Ali Sami Yen Stadyumu yıkıldıktan sonra Mecidiyeköy trafiğinin halini yeniden anlatmaya gerek yok.
Benim şehrimde ise Mersin İdman Yurdu’nun, ardında bıraktığı 90 yıla acımadan Tevfik Sırrı Gür Stadyumu ile birlikte kent belleği yıkıntılara karıştıktan birkaç yıl sonra tarih sahnesinden çekilmesi ibretliktir. Artık denize nazır arazisinde manasız bir “millet bahçesi” var, kimseciklerin gitmediği. Ben bir kez gittim, içeri girer girmez aklıma Galeano geldi ama onun boşken dahi konuşan tribünleri de hiçliğe gömülmüştü.
Stadyumlar şehirlidir ve şehirli kalmalıdır çünkü onlar birer meydandır. Kentin, çevresindeki her şeyle etkileşime giren, kimi zaman dünyanın öbür ucundan gelip ziyaret edilen mabetleridir. Tıpkı şehrin kendisi gibi acılı bir mirasın taşıyıcısı dolayısıyla birer mücadele alanıdırlar. Bir şeyler kazanıldığında isimleri değiştirilebilir (Şükrü Saracoğlu, Lefter Küçükandonyadis olabilir mesela) ve bir şeyler değiştiğinde çevresinden yayılan kültür arınabilir. Değiştirilmesi çözüm değil kayıp olacak tek şey yerleridir.
*İspanyolca bilmiyorum, yüzde 100 doğru çevirinin bu olduğu iddiasında değilim ancak anlatmak istediği şey bu. Bizdeki çeviri ise maalesef bu anlamın tamamen yitirilmesine yol açmış. Böylece metnin devamı anlamsızlaşmış. Yazık!
**Hafta içi yaşanan tartışmanın bu kadar büyümesi, Av. Tuba Torun’a korkunç küfür ve tehditler savrulması, kulübün de durum hassaslaşmışken meseleye bunu körükleyecek şekilde girmiş olması bu durumun bir kanıtı.
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25