6 Ekim 2021

Efsun’un büyüsü

Efsun’u bir Akdeniz kasabasında okudum. Henüz dağıtıma çıkmadan okuyabilen şanslı azınlıktan biri olarak… Bazen hayat ağır gelir, kaçmak istersin. Ben de o küçük kasabaya kaçtım. Sessizliğe, sakinliğe, yalnızlığa ve doğaya. Efsun orada yoldaşım oldu, elimden bırakamadım, o da beni sıkı sıkı tuttu. Hatta iki akşam yemeğini de birlikte yedik.

Şimdi dönüş yolunda, trende, yoldaşım Efsun’a dair yazmaya çalışıyorum. Ne yazsam biraz hafif kalacağı duygusuyla. Okuyacağınız satırlar, edebiyatsever bir siyaset bilimcinin Efsun’a dair -aslında kitabın asıl kahramanı olan ancak kahramanlığı Efsun’a devreden Caner’e dair- düşünceleri…

Ne zaman yaşam ağır gelse ve çok şikayet etmeye başlasam herkesten önce Efsun’un yazarına karşı bir mahcubiyet duyarım. Bu beş yıldır böyle. Selahattin Demirtaş benim için eyvallah etmemenin ve zulme karşı her koşulda direnmenin sembolü. Onun cezaevi duvarlarını adeta yıkan mücadelesi ve ayakta kalma savaşı karşısında, zayıf düşmek hep bir tür şımarıklık gibi gelir. Son kitabı Efsun da onun mücadele biçimi, daha doğrusu mücadele biçimlerinden biri. Baskılanmaya, unutturulmaya, siyaseten yok edilmeye çalışılan bir insanın direnişinin sesi. Baskıya karşı direnişin ne gibi biçimler alabileceğinin en somut göstergelerinden biri… Bu ülkenin insanlarını ve meselelerini çok iyi bilen bir siyasetçinin yaşamın içinden ve her alanından yükselen sesi. Cezaevi duvarlarını delip geçen sesi.

Selahattin Demirtaş, edebiyatta -aslında sinemada da- en fazla sevdiğim tekniği konuşturuyor bu romanında: Farklı kişilerin gözünden ve sesinden olayları örüyor, gerçeğin nasıl da görünenden farklı olabileceğini gösteriyor. Caner’in, Efsun’un, Kenan’ın, Kibar’ın vs. dilinden ve duygu dünyasından. Mevcut koşulları içinde her karakteri anlamaya çalışarak, yargılamadan ve infaz etmeden. İnsanları tanımadan anlamanın mümkün olamayacağına dair çok esaslı bir hayat dersi vererek. Zaten hem hayata hem toplumsal yapıya dair analizleri çok güçlü yazarımızın. İyi sosyolog da olurdu Demirtaş’tan ancak o iyi siyasetçi olmayı seçmiş.

Roman’da Caner’den Kenan’a, Efsun’dan Kibar’a, Feyzi’den Esma’ya, oradan Mercan’a ince ince örülen ağlar, İstanbul’dan Beyrut’a, Edremit’ten Girit’e uzanıyor. Barış, kent ve çevre, kadın, gençlik, vs.  Mücadelenin hemen her veçhesi var romanın örgüsünde. Gezi her yerde, ama belki de bir tek Kürt hareketi yok. Kadın hareketine ve sola sürekli selam çakıyor Demirtaş. Marx’ı ve Gezi’yi dilinden düşürmüyor. Kadına yönelik şiddet, zenginlik ve fakirlik ise romanın örgüsünde merkezde. Annesi erkek şiddetinin kurbanı Kenan’ın kendisinden hamile Esma’yı öldürmesi kadına yönelik şiddet sarmalını bize nasıl da resmediyor.

Ortadoğu barışı, Beyrut patlamaları, İstanbul’un bozulan silueti, veganlık, turizm, gazeteciliğin sorunları romanın akışı içinde yolumuzu kesiyor. Yazar bizi Beyrut sokaklarında dolaştırırken insan sormadan edemiyor: Bu isimleri nasıl aklında tuttu? Beyrut’u çok mu iyi biliyor? Bu arada, Beyrut’u görmüş, kente aşık olmuş ve hiç dönmek istememiş biri olarak hiçbir yerin ismini hatırlamadığımı da itiraf etmeliyim. Sorularım yanıtını kitabın sonunda teşekkür bölümünde buluyor. Meğerse, Beyrut’a yolu hiç düşmemiş, yer adlarını bulmak ve belirlemek Başak, Delal ve Dılda’nın marifetiymiş. Cezaevinin dayattığı ayrılığa salgının dayattığı izolasyon eklenince, acının üstesinden gelmenin yolu olmuş meğer Efsun. Roman birleştirmiş aileyi, tutunacak dal olmuş. Romanın en büyük kıymeti ve gücü bizzat bu hikayesinde bence. Sevgide, etrafına yaydığı yaşama bağlanma gücünde. Acının, baskının üstesinden gelme yollarına rehber olmasında.

Kitabın ilk bölümünü bitirdiğimde, yeni bir “Can Dostum” hikayesi olduğunu düşündüm önce, yani zengin ve fakirin dostluğu üzerinden iki sınıfın muhteşem edebi ve sosyolojik karşılaşması. Ancak ikinci bölümden itibaren roman ağlarını başka yöne ördü. Kimi zaman aceleci bir Yeşilçam yolculuğunda gibi. Kimi zaman da bu kadar da arabesk olunmaz ki Selo Başkan dedirten türden. Sonuç odaklı siyasetçi sabırsızlığının romanın sonlarına doğru edebi sabrın önüne geçtiği hızlı bir yolculuk gibi Efsun. Sizi alıp götürüyor. Kah güldürüyor, kah ağlatıyor. Beyrut’ta polis gözaltısı sırasında Caner’in ilk defa Türkçenin evrensel bir dil olmamasına sevinmesi esnasında kahkahama engel olamadım mesela. Yan masamdakilerin bu tek başına gülen kadın da kim diye soran tuhaf bakışlarına aldırmadan. Sinem katledilirken de gözyaşlarımı tutamadım, Kenan’ın acısına ortak oldum. O kadar canlı o kadar içten bir anlatım ki, satırlar sizi adeta içine çekiyor.

Fazla detaya gerek yok. Efsun’u elinize alın ve Selahattin Demirtaş’ın size açtığı efsunlu pencereden içeri akın. Orada yaşamın kendisini bulacaksınız.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzsüzlük seferberliği

Yüzsüzlük seferberliği

“Vergide adalet” sözünü ağzından düşürmeyen Maliye Bakanı Şimşek’in başlattığı seferberlikten yine sermayeye kıyak çıktı. Bütçede sermayeden alınacak 2.2 trilyon TL vergi gelirinden vazgeçen iktidar, trilyonlarca liralık gelir elde eden 100 şirketin, 62.5 milyar liralık vergisini erteledi. Yüksek enflasyon nedeniyle Türkiye’nin en zenginleri listesinde yer alan patronların ödeyeceği vergi kuşa dönecek.

Borsa İstanbul’da işlem gören ve 2024 yılında 3.6 trilyon TL gelir elde eden 100 büyük şirketten 62.5 milyar TL tutarında vergi tahsil edilmedi.

Türkiye’nin en zengin 10 ismine ait sadece 8 şirketin toplam 18 milyar TL’lik vergi borcu ertelendi.

Çevre Bakanı Kurum’un Emlak Konut Genel Müdürlüğü döneminde özelleştirilen Emlak Konut’tan tahsil edilmesi gereken 6.9 milyar TL tutarında vergi alacağı ertelendi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et