09 Ekim 2021 00:24

Rejim değişikliği zordur fakat önemlidir

Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis açılışında konuşuyor

Fotoğraf:DHA

Paylaş

Türkiye gibi gelişmekte olan çevresel konumlu bir ülkenin siyasi rejimi kapitalist sistemde emperyalist güçler ve onunla iş birliği içindeki iç siyasetten beslenen burjuvazinin hakimiyetindedir. İç burjuvazinin tek adam yönetimi ile yakın ilişki kurması, siyasete dayanarak ve onun sağladığı yatırım ve vergi olanaklarından yararlanarak, ders kitaplarında görülen olağan kapitalist sistemde ve serbest piyasa rejiminde sağlayamayacak güç ile ilgilidir. Türkiye’de tek adam rejiminin kurulması projesinde hangi iş adamları örgütleri siyasetten dayak yedi, hangilerine siyasetten kucak açıldı ve palazlandırıldı? Bu tabloyu şöyle bir düşündüğümüzde durumun ülkenin ekonomik kalkınması sorunu ile ilgili olmanın çok ötesinde, siyasetin ve ona sığınanların birlikte palazlanması ve dünyalıkların inşası meselesi olduğunu görürüz. Türkiye, özellikle de 1950’lerden itibaren devamlı emperyalizmin etkisi ve baskısı altında olmakla beraber, hiçbir siyasi kadro son dönemin çirkin görüntüsünü vermedi. Bu bağlamda, son dönem siyasi yapılanması bilinegeldik siyasi parti iktidar yapılanmalarından farklı irdelenmeli ve mutasavver seçim konuları da aynı bağlamda toplum katmanlarında ele alınmalıdır.

Kapitalizmin işleyişi toplumsal servet dağılımını aşırı şekilde değiştirip, birikimleri yoğunlaştırıp merkezileştirdikçe, sorun salt gelir dağılımı problemi olmaktan çıkmakta, siyasi yapıyı şiddetle etkileyerek, toplumu adeta geçmişin feodal yapılanması formatına taşımaktadır. Şöyle ki, siyasi yapılanma salt yasama, yürütme ve yargı erki üzerinde etkili olmamakta, aynı zamanda özel sektörün sahip olduğu düşünülen servet kaynaklarını da eline geçirerek, geçmişin feodal yapılanmasını andıran bir görüntü vermektedir. Böyle oluşan iktidar yapıları geçmişteki olağan siyasi yapılarından farklı çalışır.

Toplumsal felaketler yaşanırken, yapılan ziyaretlerde topluma çay ya da herhangi bir başka tüketim maddesi atılması tam da, demokratik yapılanmalarda asla olmayan, feodal yapılanmaların karakteristik üst’ün ast’a hakimiyetinin görüntüsüdür. Bazı okullarda temsilci seçilen öğrencilerin benzer eyleme girişmeleri de, fevkalade derin bir zeka algılamasıyla toplum-siyaset ilişkisinin karikatürize edilmiş görüntüsüdür. Bu tür davranışlara ceza verilmesi ise, siyasetin yapılış ve yürütülüş şeklinin toplum tarafından deruni algılanmasını engellemeye yöneliktir.   

Salt iç siyasette değil, emperyalist ilişkide de toplum üzerindeki hakimiyet ancak tek adam siyasetiyle gelişir ve devam edebilir. Oluşan tek adam siyasetinin devamlılığının salt siyasete sırtını dayamış bazı sermaye ve sosyal destek alanların gücü ile sürdüğünü düşünmek oldukça safdillik olur. Böylesi siyasi yapılar temelde halkına sırtını dönmüş, kapitalizmin emrinde emperyalizmle iş birliği içindedir. Nitekim 2000 IMF politikalarının uygulandığı ve 2002 AKP iktidarının işbaşına ge(tiri)ldiği dönemin daha başlangıcında, yanılmıyorsam, 2005 yılı dolayında, programda yeri olmadan, IMF seçime giden AKP’ye destek olurcasına nakit sağladı ve ilk anda biraz aksayan işler böylece yoluna(!) girdi. Sözler tutulduğu ve uslu durulduğu koşullarda aynı olanakların şimdilerde de oluşması muhtemeldir. Bakalım, göreceğiz!

Türkiye’nin, AKP başlangıç döneminde Ortadoğu Eş Başkanlığı görevini uhdesine almasından itibaren bu süreç adım adım başlamış ve ulusal beka söylemi altında ülkemiz bugün içinden çıkamadığımız maceraya sürüklenmiştir. İç sermaye dengeleri ile de ilgili bu durumun daha çok dış dengelerle ilgili olduğu kanısındayım. Zaten siyasi çırpınışın da, bir o tarafa bir bu tarafa koşuşun da sebebi, girilmiş turnikeden çıkış yollarının çaresizce aranmasından başka bir şey değildir.

Tek adam rejimi hangi hukuki ya da siyasi çevre ile birlikte geliştirilmiş ve yaşama geçirilmiş ise, bu işe emek koyanların çabası, Kurtuluş Savaşı öncesinde ülkenin kurtarılması tezine karşı, daha yumuşak teslimiyetçi görüş savunanları andırmaktadır. Kanaatimce, önümüzdeki zorlu mücadele tek adam meselesi olmanın çok ötesinde, ülkeyi bu emperyalist turnikeden çıkarma savaşıdır. Bu meseleye iktidar da o kadar vakıf ki, ülkeyi inanılmaz maliyetlere dahi sokarak, bu kez aynı kafaya sahip başka emperyalist ajana güven vermeye çalışmaktadır. Bu çabanın sonuç vermesi ayrı konu, sonuç verdiği durumda bu kez hangi limana bağlanılacağı ise ayrı konudur.

Bu durum iç mücadelenin ötesinde, dışla, yani emperyalistlerle savaş durumudur. Diğer bir deyişle, mesele bir siyasi partiye karşı seçim mücadelesi vermenin çok ötesinde, ülkenin birçok kalesini işgal etmiş emperyalist ve bilinçsiz taraftarlarıyla mücadele sorunudur. Aynen Kurtuluş Savaşı döneminde yapıldığı gibi, bu savaş ancak ve ancak hiçbir ayırıma girmeden halk birliği ile kazanılabilir. Türlü ölçütlerle bölünmemize yol açanların amacını biraz daha iyi görmek ve uyanmak, aynı gemide olduğumuza göre, hepimizin kurtuluşu olur. Muhalefet parti lider ve elemanlarının halkın arasına girerek durumu ve gidişatı anlatmaları, halkın mücadeleye aktif katılmasında fevkalade önemlidir. Bunun içindir ki, siyasi erk giderek toplumu muhafazakarlaştırmaya, siyaseti diyanetleştirmeye ve eğitimi imam hatipleştirmeye çalışmaktadır. Halkın aktif katılımı ve mücadeleyi kazanması salt ülkenin değil, bizatihi ülkeyi bu badireye sürüklemiş olan siyasilerin de selameti için elzemdir. O nedenle, meseleye karşıtlık şeklinde bakmak yerine, birlikte emperyalizme ve ülkenin soyulmasına karşı mücadele olarak yürütmek anlamlıdır.

Bu meselenin, sömürücü kapitalizme karşı mücadele ve sosyalizme açılış yönü de olduğunu aklımızda tutarak, bugün bu kısımla yetinelim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa