‘Lay, lay, lay…’ Meselesi
Görsel: Flickr
Kirvem,
Televizyon ekranlarından peş peşe yansıtılan günlük ya da haftalık hava raporlarına bakılırsa; anlaşılan o ki, özellikle şu son zamanlarda dünya genelinde her geçen günün ardından giderek ısınan havalar aynı minvalde sürüp giderse, daha da doğrusu “küresel ısınma” denen bu illet karşısında uluslararası düzeyde gerekli önlemler el birliğiyle alınmazsa, ol vakit içine tıklım tıkış doluştuğumuz bilmem kaç milyarlık insanlık alemi bu vurdumduymazlığın bedelini topyekün ödeyip, amiyane deyimiyle hep beraber eninde sonunda ayvayı yiyeceğiz vesselam!
Bu işin çözümünden yana maddi, manevi desteklerini esirgemeyen devletler kervanına, yani Paris İklim Anlaşması’na önceleri şaşı gözle bakıp, bu bapta direnmeyi ülke çapında nedense, ne hikmetse marifet belleyen yetkili zevatımızın yoğurt gönülleri ayran olunca; artık bizler de aynı safta, aynı kulvarda yol almaya nihayet karar verdik ya da bugün yarın vermek özereyiz çok şükür!
El alemin iklim konusundaki bu hassasiyetleri bir taraftan devam ederken, beri yandan ülkemizin sathındaki havamız, suyumuz, daha da açıkçası hemen her konuda milletçe halimiz ahvalimiz, dahili harici gidişatımız gerçekten de çeşitli vesilelerle ikide bir dillendirip durduğumuz, şu meşhur “Havasına suyuna, taşına toprağına…” diyerek yeri göğü inletirken, keza aynı zamanda da, “Her köşesi cennet…” diye nitelediğimiz memleketimizin halini, pürmelalini hilafsız, hurdasız acaba yansıtıyor mu, yoksa yine aynı şarkının “Lay, lay, lay, lay, lay, lay…” diyerek biteviye sürüp giden, nakarat faslıyla sadece oyalanıp, bir bakıma teselli bulmamızı mı sağlıyor?
Aslında vakti zamanında; develerin tellal, mandaların söğüt dallarına yuva kurdukları dönemlerde, memleketimizin tarihi çeşmelerinden sebilullah, kana kana, lıkır lıkır, su içen atalarımızın ardından, şimdilerde gele gele suları çoktan çekilmiş, pirinç muslukları çalınmış, adları, lakapları birer kuru çeşmeye dönüşmüş bu sözde pınarların serencamları hepimizce zaten malumken, diğer yandan tam da şu günlerde, üç teneke, iki kova, bir damacana, beş ibrik su yüzünden birbirlerinin ümüğünü sıkıp kıran kırana kavga eden toplumların bu ibretlik hallerine, orta yerde kabak gibi sırıtan gidişatlarına bakılırsa, yine anlaşılan o ki, “küresel ısınma” nedeniyle giderek çölleşen bu cavalacoz dünyada, bundan kellim bir kasa domates, iki çuval patates, bir bağ maydanoz yetiştirmek için işi gücü bırakıp “su, suu, suuu” deyip inleyeceğiz…
Öyle ya da böyle, dünyanın haliyle ahvaliyle, özellikle de “küresel iklim” faslıyla ilgilenip, bu konuda gece gündüz demeden kafa yorup, çözüm arayan uzmanları baş başa bırakıp, akabinde de milli misakımızın sınırları dahilindeki “milli iklim”imizin bir nevi serasına dönüşen, “siyaset havuzu”muzun bulanık sularını bir an önce arıtıp, aklayıp paklayıp, akabinde de, “Lay, lay, lay…” nakaratıyla ülkemizin topraklarını sulamanın vakti, belki de çoktan geldi, hatta neredeyse geçmek üzere mi, kim bilir Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30