13 Ekim 2021

Nefretten arınabilir miyiz?

İzmir'de 10 Ekim anması | Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

Geçtiğimiz günlerde, bu yıl on ikincisi düzenlenen Doğu Batı Buluşmaları çerçevesinde İsviçre’nin Sierra kentindeydim. Söz konusu buluşmalar, toplamda bir aydan fazla süren etkinlikler dizisinden oluşuyor. Ben sadece kısa bir bölümüne katıldım. Etkinliklerin temelindeki fikir oldukça etkileyici: Sierra halkını edebiyattan siyasete, uluslararası ilişkilerden sinemaya çok çeşitli temalar etrafında, alanlarında sözü olan ulusal ve uluslararası isimlerle buluşturmak, birlikte düşünüp müzakere etmek. Beyrut’taki patlamaları ve yarattığı travmayı, ekonomiyi, nefreti, iklim krizini ve daha pek çok konuyu kent sakinleriyle birlikte konuşabilmek. Gerçekten heyecan verici bir proje. İzmir’de de Büyükşehir Belediyesinin öncülüğünde -elbette başka yerlerde de- benzer bir organizasyonun yapılması, süreklilik kazanması ne hoş olurdu diye düşündüm. Böyle böyle sorunlarımızı müzakere ederek çözmeyi öğreniriz belki de.

Toplantının mimarları bana yarı şaka yarı ciddi “Bu sayede derin İsviçre ile tanışıyorsunuz” dediler. Doğrusu, halkın katılımı, sorduğu sorular ve tartışma adabı takdire şayandı. Mutlak doğrular, haklı/haksız olma, düşüncenin değişmezliği gibi anlayışların hakim olduğu ve tartışma kültürünün maalesef pek de gelişemediği bir ülkeden gelince, konuşup tartışabilmek nasıl da büyük lüks geliyor insana.

Yazımı kaleme aldığım günün sabahında “nefret” temalı bir oturum vardı. Bu haftaki yazının konusuna da o paneli dinleyince karar vermiş oldum. Sosyolog, tarihçi, eğitimci ve bir de kentin emniyet müdürünün konuşmacı olduğu, bir mimarın yönettiği panelde söylenenler oldukça ilginçti. Konuşmalar bolca düşündürdü, kafamda deli soruların uçuşmasını sağladı.

Panelde, “Nefretin panzehri konuşmaktır” düşüncesi sıkça vurgulandı. Homofobiden, polis şiddetine, aşı karşıtlarından, iklim aktivistlerine çeşitli örneklerden hareketle nefret sorunu masaya yatırıldı. Bir panel düşünün ki, kentin emniyet müdürü konuşmacılar arasında ve o toplantıda polis nefreti ve şiddeti konuşulabiliyor. Sanırım Türkiye’de henüz böyle bir hayale bile sahip değiliz, bırakın gerçekleşmesini.

Araştırmacı ve eğitimci olan Caroline Dayer’in yaptığı konuşma benim için en ilgi çekici olanıydı. Caroline 13 Kasım Paris saldırılarında eşini kaybetmiş birinin “Nefretimi kazanamayacaksınız” sözünü hatırlattı. Onu dinlerken, tarihin de 10 Ekim olması hasebiyle, 10 Ekim Gar Katliamı’nı gerçekleştirenlere ve ortam sağlayanlara aynı yaklaşımla yaklaşıp yaklaşamayacağımızı düşündüm. Her ne kadar zaman zaman Türkiye’de yakınlarını saldırılarda kaybetmiş kişilerden de bu sözü duyuyorsak da sanırım o noktadan çok uzağız. 13 Kasım (2015) davası halen sürüyor. Belki de adalete olan güven “Nefretimi kazanamayacaksınız” sözünü sarf etmeyi kolaylaştırıyor. Oysa Türkiye’de adaletin sağlanamayışı, kısasa kısas ve nefrete zemin hazırlıyor.

Kendisi ve başkası ile konuşabilen nefret duygusu beslemez dendi panelde sık sık. Polisle konuşabilmekten söz edildi mesela. Yerlerde sürüklenen bir öğrenci polisle konuşabilir mi? Ya da üniversitesinde görev yapan ve her gün kendisini kayıt altına alan, tekme savuran bir özel güvenlikle? Ya ben mesela, beni ve arkadaşlarımı ihraç edenlerle konuşabilir miyim? Konuşmak ister miyim?

Yıllardır her dönemin ilk dersinde öğrencilerime söylediğim bir sözü Caroline Dayer’den de duymak çok hoşuma gitti doğrusu. Onları susturmaktansa konuşmalarını, görüşlerini dinlemeyi tercih ederim, diyor Dayer. Derslerinde her zaman, “Düşüncelerini ifade edebilirsin, aynı düşünmek zorunda değiliz, ancak konuşmanla başkalarını kin ve nefrete kışkırtamazsın” dediğini de belirtiyor. Konuşamamanın yaratacağı büyük tehlikeye dikkatimizi çekiyor.

Kim bilir, belki de birbirimizle konuşabilmeyi, birbirimizi dinlemeyi öğrendiğimizde, sürekli ben haklıyım, sen haksızsın ikileminden ve egosundan çıkabildiğimizde, sürekli suçlamak yerine, anlama ve ikna etme üzerine kurulu bir diyalog geliştirebildiğimizde, iktidarın her gün temelini sağlamlaştırdığı kin, nefret ve kutuplaşma üzerine kurulu politikalarını da tersine çevirme olanağı buluruz. Kim bilir?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Başpınar'da yüzde 30 kavgası

Başpınar'da yüzde 30 kavgası

Asgari ücrete yapılan yüzde 30’luk sefalet zammı, tüm ücret artışlarına üst sınır çizen bir bıçağa dönüştü. Ücret zammı ve toplu sözleşme dönemindeki tüm emekçiler o bıçağı kemiğinde hissediyor. Antep Başpınar OSB’de de bu yüzde 30 dayatmasına karşı kavga sürüyor. Bir arada durmayı başaran işçiler kazanıyor.

Şireci Tekstil 2023’te vergi öncesi kârı 1.6 milyar TL ama 2023’te hiç vergi ödemedi. İşçilere teklifi yüzde 30 zam.

Karafiber 2023’te 6.6 milyar TL değerinde net satış geliri elde etti. Bu satışlardan “kâr etmediğini” öne sürerek vergi ödemedi.

Yalçın Kardeşler Halı 2023’te kendi beyanıyla 44.4 milyon TL vergiye esas kâr elde etti. İşçilere yüzde 34 zam dayatıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et