16 Ekim 2021 00:55

TL’nin ‘serbest düşüşü’ karşısında emek cephesinin yapacağı bir şey yok mu?

istanbul işçi sendikaları şubeler platformu basın açıklaması

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu arasında soğukluk var” söylentisine doların tepkisi 8.80’leri aşmak olmuştu.

13 Ekim akşamı Kavcıoğlu ile Erdoğan’ın görüşmesi sonrasında MB’nin 2 başkan yardımcısının ve 1 Para Politikaları Kurulu (PPK) üyesinin görevlerinden alınması doları 9.20’lere taşıdı. Siz bu yazıyı okurken doların 9.20’leri de geride bırakmış olmasına kimse şaşırmayacaktır.

TL’nin dolar, avro başta olmak üzere tüm yabancı paralar karşısında değer kaybetmesinin nedeni, bu konuda yapılan tartışmalardan yansıdığı gibi, iktidarın MB ile pinpon topu gibi oynaması değildir. Tersine burada tartışılması gereken elbette ki iktidarın izlediği ekonomi politikalarıdır.

Bu konuda ekonomistler yakın zamana kadar TL’nin değer kaybetmesini, “faiz neden enflasyon sonuçtur” diyen Erdoğan’ın “Erdoğanizm” dedikleri “iktisat dışı” yaklaşımına bağlıyorlardı.

Ama son birkaç haftadan beri TL’nin değer kaybetmesi karşısında ekonomistler ikiye bölünmüş görünüyor.

Bir bölüm ekonomist, TL Erdoğan’ın “faiz neden enflasyon sonuçtur” biçiminde formüle edilen “ekonomiden anlamayan” tutumu nedeniyle değer kaybettiğini savunurken ikinci bir grup ekonomist ise iktidarın TL’ye “bilerek ve isteyerek” değer kaybettirdiğini iddia etmektedir.

TL’NİN AŞIRI DEĞER KAYBININ ARKASINDA ‘TEDARİKÇİ ÜLKE’ OLMA AMACI VAR

Medyada yapılan tartışmalarda, birinci teze çok vurgu yapılsa da yaşanalar ikici tezin gerçeğe daha yakın oluğunu göstermektedir.

En azında 2018’den beri iktidar, “rekabetçi kur” savunusuyla yabancı paralar karşısında TL’nin değer kaybetmesini umursamayacaklarını açıkça savunurken, Merkez Bankasına müdahalelerle de dövizin TL karşısında yükselmesi teşvik edildi.

“Milli para”nın böyle yerlerde sürünmesi açıkça savunulmadığı için de içeride bu politika, “sanki bir dış saldırı varmış” da bu yüzden dolar yükseliyormuş gibi gösterilerek meşrulaştırılmak istendi.

Oysa, pandeminin ilk günlerinde bizzat Cumhurbaşkanı, pandeminin pek çok gelişmiş ülkeyi çökerteceğini; Türkiye’nin bu kaostan ayakta kalan birkaç ülkeden biri olarak çıkacağını ilan etmişti. Bu yaklaşımın merkezinde ise Türkiye’nin batılı gelişmiş ülkelerin “tedarikçi ülkesi” olarak Çin’in yerini almak fikri olduğu anlaşıldı.

Tedarikçi ülke demek ise, “en ucuza fason üretim yapılan ülke” demektir. Bu “ucuzluğun” merkezinde ise işçi ücretlerinin asgariye düşürülmesi, daha somut söylersek işçi ücretinin en aşağıya çekilmesi vardır!

Çünkü “ucuz ihracat”ın en önemli dayanağı işçi ücretlerinin düşük olmasıdır. Ücretlerin düşürülmesinin en kestirme yolu ise rakam olarak ücretler yükselmeye devam ediyor görünse bile yüksek enflasyon ve TL’nin kur değerinin düşürülmesinden geçiyor. Bu yüzden de iktidar sürekli olarak TL’nin değerini, ihracatçıyı teşvik edecek bir düzeye düşüren önlemler almaktadır.

PİYASA DEĞERLERİNİN KUTSALLIĞINI SAVUNMAKTAN VAZGEÇİLMELİ

Nitekim, bugün TL’nin değerinin düşürülmesinden kârlı çıkanların;

1-) İhracatçı firmalar,

2-) Dış turizmciler,

3-) Devletten dolara ve avroya endeksli yap-işlet-devret yöntemiyle ihaleler alan, merkezinde yandaş firmaların olduğu inşaat, enerji, maden, lojistik, turizm ve silah sanayi firmalarının olması hiç de şaşırtıcı olamamaktadır.

Kısacası iktidarın “tedarikçi ülke” olma stratejisinin temeli, işçi ücretlerinin en aşağıya çekilerek Türkiye işçi sınıfının sınırsız biçimde “yerli” ve uluslararası tekellerin sömürüsüne açılmasına dayanmaktadır. TİS’lerde kabul edilecek ücret ve maaş zamlarının “beklenen enflasyona”, beklenen enflasyonun TÜİK’in, gerçek enflasyonun yarısından bile az olan enflasyon hesabına bağlanmasının, dolayışıyla işçi sınıfının ve halkın açlık ve sefaletin pençesine atılmasının motive edici nedeni tek adam yönetiminin “tedarikçi ülke olma” amacından yansıyan ekonomik politikalarıdır.

Bu tespitler sadece iktidarın ekonomik politikalarının açıklanmasıyla sınırlı kaldığında, açıklamalar ne kadar mükemmel olursa olsun, ya halka, “Bize oy verin sizi kurtarım” diyen ya da burjuva politika erbabının “MB’nin bağımsızlığını savunma”, “piyasa değerlerinin kutsallığına şapka çıkarmayı” aşmayan bir muhalefet çizgisini aşamaz. Aşmıyor da!

Yani gerek yerli gerekse uluslararası sermaye için işçi sınıfın sömürüsünü sınırsız biçimde artırmayı amaçlayan bu strateji karşısında kendi talepleri etrafında birleştirilen işçi sınıfının, halkçı bir ekonomi talebiyle mücadelenin merkezinde olduğu bir mücadele olmadan IMF’nin, Dünya Bankası’nın serbest piyasacılığın savunmasına indirgenmektedir.

SENDİKALAR VE EMEK GÜÇLERİ GİDİŞATA MÜDAHALE ETMEK ZORUNDA

Burada durumu değiştirecek olan ise işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin;

  • TİS’lerin demokratikleştirilmesi ve ücret ve maaş zamlarının TÜİK enflasyonuna endekslenmesine son verilmesi,
  • Asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çıkarılması, Asgari ücretin ve bütün ücret ve maaşlardan asgari ücret kadar miktarının vergi dışı bırakılması,
  • Sendikal örgütlenmenin, barajlar başta olmak üzere önündeki tüm sınırlamaların kaldırılması,
  • Grev hakkının önündeki tüm sınırların kaldırılması gibi taleplerin etrafında ortak mücadelesinden geçmektedir.

Ancak bu mücadelenin önünde yer alması gereken sendikaların büyük çoğunluğu, sanki başka bir gezgende yaşayanların sendikasıymış gibi, işçi sınıfının sömürüsünü sınırsız biçimde artırmayı amaçlayan politikalar karşısında mücadele etme yerine iktidara yaranarak ya da hiç ortada gözükmeyerek ayakta kalmanın hesabı içindedirler.

Ancak bu kötü tabloya karşın bugün pek çok işletmede işçiler ve mücadeleci sendikacılar, talepleri etrafında birleşerek hareket etmektedirler. Burada eksik olan mücadele etmek isteyen güçlerin sermayenin saldırıları karşısında ortak hareket edeceği bir birliğin oluşturulamamış olmasıdır.

Bu eksikliği gidermek elbette ki, sınıfın ileri kesimlerinin, mücadeleci sendikacıların, sınıf partisinin, emekten yana tüm güçlerin halkçı bir ekonomi talepleri etrafında bir mücadele için harekete geçmeleriyle mümkün olabilecektir.

Ancak böyle bir güç tek adam yönetiminin TL’nin değeri ile ücretleri ve maaşları asgariye indirirken enflasyon ve dövizin fiyatını azamiye çıkaran politikalarını önünü kesebilir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa