Sanal ekonomi

Ekonomi gerçek yaşamla ilgilidir. Günümüz iktidarının tüm çabası yaşanan gerçekliği sanal algılama yöntemleri ile perdeleyerek, iktidar süresini uzatmaktır. Ancak, ekonominin bu gerçeği bir anda ortaya çıkmaz, oldukça uzun bir sürecin birikimli görüntüsü olarak gerçekleşir. “Yetmez, ama evet” aydın görüntülü cahillerin de, samimi davranış içindeki halkımızın da içine düştüğü hata, süreci görmeden ya da algılayamadan, anlık görüntülerle iman etmelerinden kaynaklanmıştır. AKP’den ayrılarak bugünü değerlemek isteyen siyasilerin düştüğü hata da budur; bu grupların AKP mantığını ya da mantıksızlığını daha baştan anlamaları gerekirdi.

Konuyu biraz daha geniş açılımla ele alırsak, iki durumla karşılaşırız. Birincisi, Türkiye, giderek hazinleşen ve hainleşen kapitalizm canavarının kol gezdiği havuzda yüzmektedir. Sovyetler ve Çin’in de, tüm söylemlere rağmen, kapitalistleştiği dünyada artık herkes kendi bacağından asılmak durumundadır. ABD başkanının sırt çevirdiği bir perifer ülke liderine Rusya lideri itibar ettiğinde uluslararası alanda itibarını yitirmez mi? Uluslararası politikayı ve tarihi bilmeden ve okuyamadan yürütülen sokak politikasının sonucu daima hüsran olur! 

Şimdi burjuva ekonomi kuralı çerçevesinde Türkiye’nin macerasına bir göz atalım. İlk gözümüze çarpan durum, AKP politikalarını dünya kapitalizmden soyutlayarak, kendi âlemine münhasır bir işleyiş olarak ele alanların içine düştüğü yanlıştır. Salt Türkiye değil, tüm ekonomiler içinde yüzdükleri sistem mantığı çerçevesinde kapitalist büyük ailenin parçasıdır ve onun etkisinde ya da hâkimiyeti altındadır. Bir sistemin parçası olarak, sistemin işleyişini etkilemek, üstün durumuna olmaktır;  etkisinde olmak ise, sistem güdüsü altında madun durumunda olmak, yani bağımlılıktır. Türkiye, kabul edelim ki, ikinci durumda bir ekonomidir. Böyle bir ekonomi koşuluna sahip olan bir ülkede siyasi bağımsızlık ve kalkınma ileri kapitalist merkezlerin tüketim çılgınlığı ile sağlanamaz. Çevre toplumlarında halkın mutluluğunun gelecek nesillerin mutluluğu adına feda edilmesi ya da kısıtlanmasıyla kalkınma gerçekleştirilir. Ancak böylesi politikalarla çevre ekonominin merkez tarafından soyulması engellenebilir, sermaye birikimi gerçekleştirilir ve tedricen madun durumdan mafevk duruma çıkılması sağlanabilir. Buradaki sorun ise, kapitalist merkezlerin çevre ekonomilerin bu tür politika uygulamalarına izin verip, vermeyeceğidir. Çok uzayabilecek bu konuyu, yazı boyutunda kalma adına, ünlü Marksist Samir Amin’in kanaatini yansıtarak, hiçbir az gelişmiş ekonominin kapitalist yöntemlerle gelişemeyeceğini ve gelişmiş ekonomi düzeyine ulaşamayacağını belirterek bağlayalım. Hemen aklımıza gelebilecek Güney Kore vb. gibi bazı Uzakdoğu ülke istisnaları da bu görüşe aykırı değildir. Bu konuyu da gelecek yazılara bırakarak, ana konumuza dönelim.

İkinci mesele de, uluslararası kapitalizmin çoklu soygun mekanizmasının en barizi yönteminin tükettirmek olduğudur. Zira günümüzde kapitalizm, geçmişte olduğu gibi, tüketimden kısarak birikimci aşamadan, İkinci Paylaşım sonrasından itibaren, tüketimi yükselterek birikimci aşamaya geçmiştir. Şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekir ki, Rosa Lüksemburg’un anlatımıyla, tüketim ve birikimin farklı ülkelerde gerçekleştirilmesi de kuralın tamamlayıcısıdır. Bu anlatımı, yukarıdaki modele oturtursak, karşımıza şöyle bir görüntü çıkmaktadır: merkez ülkeler sermaye birikimi yapmak içini, çevre ülkeleri devamlı yükselen tüketime iter. Diğer bir deyişle, çevre ekonomilerde tüketim yükselirken, merkez ekonomilerde sermaye birikimi gerçekleşir. Geçmişin sömürgecilik politikasının günümüzdeki ikamesi, uluslararası piyasaların denetimsizce açılarak, ekonomiler arasında serbest ticaretin gerçekleştirilmesidir. Bu anlatımı günümüz politikasına dökersek, karşımıza yeni sömürgecilik olan küreselleşme olgusu çıkmaktadır.

İkinci cumhuriyetçi aymazların üzerinde durduğu bu süreç aslında ekonomik ilişkiler görüntüsü altında sürdürülen yoğun sömürü yoluyla merkeze kaynak aktarım mekanizmasıdır. Tüm emtia ve parasal işlemlerin uluslararası arenada serbest hareketine izin veren bu süreçte serseri para faizin yüksek olduğu ekonomiye kayarak, finansal süreçlerle merkeze kaynak aktarır. Şimdi acaba Türkiye’de siyasi baskıyla faizi düşürmeye çalışmak, bu sömürüye kahramanca karşı çıkmak anlamına mı gelmektedir? Hemen söylemem gerekir ki, var olan siyasi yapının ne ruhu, ne de amacı budur; bugün yapılan, özellikle de seçmen tabanı erirken, toplumun dinsel duygularını sömürürcesine,  sömürü mekanizmasını daha farklı alana taşımaktan ibarettir. Kaldı ki, seçmen tabanındaki güç ve guruplara göre de siyasette ince ayar yapılmaya çalışılmaktadır. Daha açık söylemek gerekirse, dinsel söylemlerle faize karşı çıkılmaya çalışılırken, herkesin cin gibi farkında olduğunu da belirterek, iktidar faiz lobisine muazzam bir asfalt döşemiş ve ülkenin bugünkü kesin ve kesif sömürülmesine alan sağlamıştır.

Ey halkım, bu ülkeyi, hatta ülkeyi bu uçuruma sürüklemede ısrar edenleri de kapsayacak şekilde, kurtaralım; halkımızın her alandaki kutsalı üzerindeki oyunla, siyasi erkin umutsuzca ve umarsızca yaydığı sanal görüntüye aldanmamalıyız!

Evrensel'i Takip Et