Evrensel için yeni bir dönem
Reklamları Kapat

‘Horoz şekeri’ meselesi

Görsel: Vladimer Shioshvili/Flickr (CC BY-SA 2.0)

Reklamları Kapat

Kirvem,

Eski, köhne mahkeme binalarını kepçelerle, buldozerlerle yıkıp, bunların yerine son zamanlarda dünyanın en görkemli “adalet sarayları”nı inşa ettiğimizi ikide bir dillendirip dururken, aynı zamanda da bu sarayların salonlarını, Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözüyle donatıp durduk, duruyoruz…

Mülkümüzün, yani devletimizin temelini oluşturan “adalet” kavramının ne denli önemli olduğunu vurgulayıp, ardından da bu yolda, bu doğrultuda milletçe ilerlediğimiz müddetçe, önümüzdeki dağ, bayır, çayır, çimen, hendek, falan feşmekan demeden bilumum engelleri rahatlıkla aşabileceğimizi her vesileyle tekrarlamayı da ihmal etmedik, etmiyoruz…

Adaletten yana asla şaşmamamız gerektiğini, bunu da, “Adalet olmayınca bir yerde, insan düşer o yerde her derde” veya “Adalet ile zulüm bir yerde durmaz” diyerek bu bapta kulaklarımızı çınlatan atalarımız; hak, hukuk terazisinin bulunduğu yerde zalimlerin barınamayacaklarını veciz bir dille ifade edip durmuşlar ama, beri yandan da şu yamuk ekseni etrafında turlayıp duran dünyanın haline, pürmelaline bakılırsa; görünen o ki, atalarımızın buyurdukları bu cafcaflı lafların pabucu çoktan dama atıldığı gibi, keza esamesi bile okunmuyor…

Aslında kağıt üzerinde ya da her biri tuğla kalınlığındaki rengarenk ciltli kitaplarda, hak ile hukukun herkese “aşure” misali eşitçe dağıtılması gerektiğini katarlar dolusu maddeler halinde peş peşe yazıp çizerken, diğer taraftan günlük yaşantımızda şu veya bu nedenlerle yolumuz mahkeme kapılarına düştüğünde; kazın ayağının, tilkinin kuyruğunun, keçinin sakalının böyle olmadığını gördükçe, bu kez de ister istemez bu bozuk düzenin sözde adalet dağıtan terazisine sinirlenip efkarlanıyoruz…

Nitekim “Adalet mülkün temelidir” demekle yetinmeyip, ayrıca zemzem suyuyla yıkanıp, aklanıp paklanmış bu “mübarek adalet” denen şey gökten zembille indiği halde; nedense, ne hikmetse bir türlü rayına oturup tecelli etmeyince, üstelik çeşitli vesilelerle ister istemez bu gibi yampiri durumlara şahit oldukça, keza yine veryansın edip duruyoruz…

Kirvem, senin de bildiğin üzere yaklaşık yirmi yıldan beri içine tıklım tıkış doluştuğumuz takanın serdümeninde oturan kaptanıderyamızın önderliğinde açık denizlere doğru yol alırken, görünen o ki, gidişatımız pek de hayra alamet değil, nitekim olmayan işimiz, tenceresi kaynamayan aşımız nedeniyle milletçe sinirlerimiz “tavan”, tahammülümüz “taban” yaptı, yapıyor…

Halimiz ahvalimiz bu durumdayken, beri taraftan da her fırsatta kaptan köşkünden birbirinin ardından fetvalar buyuran, sıra sıra inciler misali “müjde”ler veren reisimizin yine dediklerine bakılırsa, sakin limanlara demirlemek üzereyiz…

Baldan, hurmadan, horoz şekerinden tatlı bu müjdeler karşısında, atalarımız, “Bal bal demekle ağız tatlanmaz” derken, belki de içi boş laflarla oyalandığımız müddetçe sadece zamanı boşa harcayacağımızı buyurup, bir bakıma içi kof bu sözleri elimizin tersiyle itmemizin daha doğru olacağını mı söylüyorlar, bunu, işin bu faslını kendi payıma gerçekten de bilemiyorum Kirvem!..

Evrensel'i Takip Et