‘Hudud-u Milli’ye Tel Rıfat dahil mi?
Fotoğraf: Pixabay
Suriye’nin kuzeyinde Türk konvoyuna düzenlenen saldırıda iki özel kuvvet polisinin ölmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tel Rıfat’a bir harekat niyetini ifade eden açıklamasını, Reuters’e konuşan bir Türk yetkilinin TSK ve MİT’in operasyon hazırlıkları yaptığını belirterek, “Bunun kararı alındı ve belli bazı ülkelerle gerekli olan koordinasyon gerçekleştirilecek. Konu, Rusya ve ABD ile müzakere edilecek” sözleri izledi. Bu habere göre, söz konusu yetkili, Erdoğan’ın Roma’da ekim ayı sonunda yapılacak G20 zirvesinde konuyu Biden ile görüşeceğini belirtti.
Şu ana kadar yansıyan gelişmeler, Erdoğan ve Putin’in Soçi’de masadan pürüzlerle kalktığını teyit eder cinsten. Rusya’nın bu görüşme sonrası İdlib’e yönelik hava operasyonlarını sürdürmesi ve Şam’ın Türkiye’nin Suriye’deki askerlerini çekmesi konusundaki ısrarı bunu gösteriyor. İdlib’i Suriye politikası bakımından kilit bir konumda gören AKP iktidarı bu noktadaki sıkışmışlığına karşı ‘terör’ kartını kullanarak Tel Rıfat hamlesi ile sahadaki harekat alanını canlı tutmak istiyor.
Bu noktada bir parantez açarak devam edelim. AKP iktidarının içeride yaşadığı zemin kaybı ve sıkışmayı aşabilmek bakımından böyle bir operasyonu işlevsel görüyor olması, muhtemelen Erdoğan’ın yukarıda atıf yaptığımız açıklamasının temel motivasyonlarından biridir. Ancak, Türkiye’nin AKP döneminde izlediği Suriye siyasetini ve bu bağlamda gerçekleştirdiği operasyonları sadece iktidarın iç politika ihtiyacının bir ürünü olarak görmek, ya da tek başına AKP tercihleriyle açıklamak, tarihsel referanslar bakımından da eksik bir ele alış gibi duruyor.
MİT’in 80. kuruluş yılı olan 2007’de yayımladığı rapor, değişen bölgesel dengeler içinde ‘aktif bir dış politika’ ihtiyacına vurgu yapıyor ve ‘Misakımilli’ ile sınırlanmayan bir yayılma hedefine işaret ediyordu. İktidar sözcüleri daha sonra, Türkiye’nin sınır savunma hakkının sınırlarının ötesinde başladığını ifade eden açıklamalarda bu bakış açısını bir devlet politikası olarak benimsediklerini ifade etmiş oldular. Türkiye’nin şu anda Suriye’deki askeri varlığı da bu politikanın bir devamı özünde.
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ politikasının AKP döneminde terk edildiğini ifade etmenin dönemsel bir ajitasyon olarak belki bir manası olabilir, ancak tarihsel ve politik açıdan Türkiye’nin özellikle ‘Kuzey Irak’ politikası bağlamında, kendi sınırlarının ötesini hep ajandasında tuttuğu biliniyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgisinin ardından İngiltere, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesini esas alarak zengin petrol yataklarına sahip Musul ve çevresini 15 Kasım 1918’de işgal etti. Mustafa Kemal’in, Millet Meclisinin açılışının ardından, 1 Mayıs 1920’de yaptığı açıklama bu açıdan önemlidir: “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasiyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksut olan ve Meclisi analizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır... hudud-u millimiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-u millimiz budur dedik.”
Ancak o dönemin güç ilişkileri içinde bu hedef gerçekleşmedi. 5 Haziran 1926’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında Ankara’da imzalanan “Sınır ve İyi Komşuluk İlişkileri Anlaşması”na göre Musul Irak’a bırakılacak, Türkiye 25 yıllık bir periyot için Irak petrollerinin yüzde 10’unu alacaktı. Daha sonraları varılan bir anlaşma uyarınca Türkiye,500 bin İngiliz poundu karşılığından kendi haklarından vazgeçti.Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde ise devletin geleneksel Kürt politikasında esnemeler yapılarak Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirme hedefi, ‘aktif dış politika’ arayışının dönemsel bir versiyonuydu. Demirel’in 1991’de ifade ettiği “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklaması da bu döneme rastlar.O sondaj da umulduğu düzeyde sonuç vermeyince, 2011 yılının mart ayında başlayan Suriye savaşı ‘aktif dış politika’ hedefi bağlamında yeni sahaya dönüştü. AKP’nin iç politikayı tahkim çabaları yanında, devletin bakiyesindeki geleneksel hedeflerle de uyumlu bir hamleydi Suriye sürecine dahil olmak.
Tam da bu nedenle AKP sonrası kurulabilecek yeni bir hükümetin Suriye’den tam çekilmeyi kesin olarak sağlayacağına inanmak fazlasıyla iyimserlik olur.
Yakın dönem açısından Tel Rıfat’a doğru bir harekatın Rusya ve ABD faktörleriyle ilişkiler bağlamında da gerçekleşip gerçekleşmeyeceği zamanın yanıtlayacağı bir sorudur. Ama iktidarın, MİT’in ve Genelkurmayın bu operasyon bakımından limitlerini sonuna kadar zorlayacakları açık görünüyor.
NOT: Bu yazının 2001’e kadarki tarihsel akışı bakımından, Abdullah Kıran’ın Birikim’in 2001 ağustos sayısında yayımlanan, “Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası” başlıklı yazısından yararlandım.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00