Pandemide MEB'de, okulda, işte, evde umursamazlık evresi: Teslimiyet mi, çözüm mü?
Trabzon | Fotoğraf: DHA
İnsanın bilinçli bir varlık olmasının aynı zamanda trajedisi olduğu, Adem ile Havva’nın bilgelik meyvesinden yemesi ve gözlerinin açılması ile zaten “ölümlü” olduklarını gördükleri, insanın ölümlü olma bilincine vardığı andan itibaren ilk mutlu çocukluğunun bittiği ve geriye kalan rasyonel-bilinçli kısmının trajediyle sürgittiği, yaşamın hayatta kalma mücadelesi olduğu ileri sürülebilirse de bu kadar kapsamlı şekilde konuyu irdelemek bu köşeyi aşar. Bugün burada sadece korona sürecinde hangi evrelerden geçildiği, özellikle de kapanmaların sonlandırıldığı Haziran’dan bu yana hangi evrede olduğumuz, bu halimizin ne anlama gelebileceği ele alınmaya çalışılacaktır.
KORONAYA UYARLANMA EVRELERİ: ADRENALİNDEN KORKU PANİĞE VE ORADAN UMURSAMAZLIĞA
İnsan yeni bir durumla, dahası yeni thlikeli bir durumla kaşılaşınca, hadi daha olgusal olarak “ölüm tehdidiyle” karşılaşınca, bu durum geçici bir durum değilse, ne yapıyor, bu tehlikeli durumla nasıl baş ediyor veya buna nasıl uyarlanıyor? Pandemiye uyarlanma, başetme veya teslim olma hangi evrlerden geçiyor, şimdi hangisindeyiz?
Anadolu gözüyle, Türkiye ve Batıdaki haberleri izleyerek, tanıklık ve geçilen evreler şu şekilde betimlenebilir.
“Wuhan’da balıkçı halinde bir virüs çıkmış, tüm şehir korku içinde evlerine kapanmış, sokaklarda ölüm kol geziyormuş, devlet sokakta dolaşanları derdest edip cezalandırıyormuş, kimse ne olduğu konusunda konuşamıyormuş”… Dünya önce bu süreci heyecanlı uzak bir aksiyon konusu, bir Uzakdoğu sorunu olarak, yol yöntemini de kendinden uzak ve Uzakdoğu’nun otoriter yapısı içinde gördü; bize gelmez, Çin ne halt ederse etsin diye, hatta biraz da eğlenceli bir aksiyon konusu gibi izledi, “vah olsun” bile değil “Uzakdoğuluların başına bişeyler gelmiş”, hatta kısmen “oh olsun” havasındaydı.
Kendi yurttaşlarını olay yerinden tahliye etme evresi, çok da konunun ciddiyetine varılmadan, ikinci evreyi oluşturdu. Sorunu uzakta, Uzakdoğu’da tutma evresiydi bu.
Virüs; Batı sokaklarında, İtalya’da, İspanya’da kol gezmeye başlayınca üçüncü aşamaya geçildi. Artık mesele uzak veya Uzakdoğu ile sınırlı değildi, hızla Batı’nın, ABD’nin “iç” problemi haline dönüşmüştü. Kendinden emin Batı büyük bir korku ve panik havasındaydı, kimse ne yapacağını bilmiyordu, doktorlar bile büyük bir kaygı korku peşindeydi, yaşlılar sokaklarda, sağlık personeli hastanelerde düşmeye, günlük ölümler binleri geçmeye başlamıştı. Halk doktordan bile, ayakkabsından, elbiseseinden bile korkar hale geldi.
Dördüncü evre herkesin ölmediği, o kadar da öldürücü olmadığı, kısa sürede de bazı ilaç ve aşı bulunacağı evresiydi, bunlar umut edildi. Birkaç ay kapanma olsa, uzaktan evden çalışılsa, çocuklar okula gitmese birkaç hafta evden uzaktan okusa, bir süre sonra, en azından “yaz gelince aşılacak” diye düşünüldü. Sorunun veya ölümün mevsimsel, palyatif, geçici olduğu algısı evresiydi bu.
Beşinci evre, kendiliğinden geçmese de bulaş veya aşılarla bağışıklık sağlanacağı ve virüsle yaşanabileceği evresi idi. Aşılama yapılarak, biraz da kurallara, havalandırmaya, maske mesafeye dikkat edilerek iş güç okul sürecek, bir süre sonra da marjinal durumlar hariç ölümler sonlanacak, tehlike savuşturulmuş olacaktı. Kaldı ki en önemli aşılardan birini de “Alamanyadaki Türkiler” geliştiriyordu.
Altıncı evre tehlikenin de geçmediği ama işin okulun da sürmesi gerektiği evresi sayılır. Bu evrede bir yandan ticari kazanç beklentileri de dahil sonuçta duruma çözüm olacak daha etkili aşı ve ilaç arayışları sürmekle birlikte, yaygın tavır, hem kurumsal hem de bireysel tedbirlerin savsaklanması, bir lakayıtlık, Anadolu havasıyla, “kervan yolda düzülür”, “düzelse de düzelmese de bana ne” veya hatta bir ksımında “bana bişey olmaz”, hatta bir kısım cin fikirlide “bu durum şeytan ABD veya Çin işi, sorunu da cinler çözecek” veya daha genel olarak ne olursa olsun evresine geçilmiş gözüküyor. Arka planda bireysel kaygı ve korkularla birlikte bir umarsamazlık evresine doğru geçildi sanki.
“BATI ÇARESİNİ BULUR” MU, UMARSAMAZLIĞIN SONUCU ÖLÜME TESLİMİYET Mİ?
Sarayda, bakanlıkta, işte, okulda, sokakta, hanede çok fark etmiyor, herşey olacağına bırakılmış, gerek yetkililer, öğretmenler gerekse bizzat anne babalar çocukları ve kendilerini çayıra salmış gibi bir durum var.
Hatta işin olası çaresi de biraz da cinlik içeren “Batı bir çare bulur, biz de aynısını yaparız” havasına terk edilmiş. Özne oluş terk edilmiş gözüküyor. Lakayıtlıkla teslimiyet iç içe geçiyor.
Bunun olası sonucu veya genel ve yaygın durum, sürü bağışıklığı da oluşmuyorsa, topluluğun gerçek sürülere dönüşmesidir.
ÇARE TESLİM OLMAKTAN DEĞİL İRADE GÖSTERMEKTEN GEÇİYOR
Teslimiyet havası sorunu çözmüyor, hem maliyeti artırıyor hem de sorun daha da yaygınlaşıyor.
Ya para pul piyasa bu işi bir kazanç kapısı yapacak, çözmeyecek ama öldürmeyecek de yani büyük olasılıkla sürekli aşı tekrarı veya hastalık-tedavi-ilaç gibi bir döngü olacak, çünkü köklü çözüm olursa kazanç kar da biter.
Tümden olmsasa da daha kalıcı çareler; konuyu ciddiye alan araştırmacı, öğretmen, doktor, anne baba veya kişilerin devrimci dönüşümlere taşıyıcısı olması, esas çarenin önleyici tedbirlerde olduğu, bunu şirketlerin değil ancak insanlığın birlikte başarabileceğidir.
Anne babalar, öğretmenler, öğrenciler, araştırmacılar sorun teslimiyetçilikten geçmiyor, olan bitene teslim olmayanız. Kişi veya yurttaş olarak hepimize düşen belki en acil konu, öncelikle yerinden denetleyecek mekanizmalar geliştirilmesi, böylece sorunların, sorumluluların ve yapılacakların hızla tespiti ve bunların yerine getirilmesi için zorlayıcı olunmasıdır.
Yaşanır okullar ve sınıflar, yaşanır iş yeri ve sokak talep edilmek durumundadır.
Çözüm insanlıktan, iradeden, bilimden, vicdandan, toplum olabilmekten geçiyor.
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44
- Tarihleri, çağları, problemleri karıştırmak: Ahilik de işletme de amaç ve işleyiş olarak okul değil 23 Ağustos 2024 04:46
- YKS, eğitim ve şehirler: Üniversitede resesyon, şehirde resesyon ve göç 16 Ağustos 2024 04:15