22 Ekim 2021 00:45

Muhalefet Erdoğan’a tezkere konusunda ‘açık çek’ verecek mi?

TBMM Genel Kurul toplantısından bir fotoğraf.

Fotoğraf: Raşit Aydoğan/AA

Paylaş

Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanına verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını öngören tezkere Meclise sunuldu. Giderek güç kaybeden Erdoğan’ın Tel Rıfat operasyonuna zemin hazırlayarak bu gidişatı değiştirmeye çalıştığı bir dönemde uzatılması gündeme gelen bu tezkere konusunda muhalefetin nasıl bir tutum alacağı merak ediliyor. Çünkü tezkere için verilecek oylar muhalefetin Erdoğan iktidarının uyguladığı dış politika konusunda nerede durduğunu ve daha önemlisi bu konuda önümüzdeki dönem Erdoğan’a açık çek verip vermeyeceğini görebilmek bakımından önem taşıyor.

Önceki gün CHP genel merkezinde Kılıçdaroğlu ile görüşme yapan İP Lideri Akşener, bu görüşme sonrasında yaptığı açıklamada tezkere konusundaki tavırlarını “Eleştirilerimiz baki kalmak kaydıyla evet oyu vereceğimizi söylemek isterim” sözleri ile ortaya koydu.

Suriye ve Irak’a savaş tezkeresi için 2019’da yapılan oylamada “Oradaki askerlerin burnu kanamasın diye tezkereye içimiz yana yana ‘evet’ diyeceğiz” diyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, yeni oylama konusundaki tavırlarını MYK’de yapacakları toplantı sonrasında Mecliste açıklayacaklarını söyledi.

Yapılan operasyonların ülke ve bölge barışına hizmet etmediği görüşünü her fırsatta dile getiren HDP’nin tezkere konusundaki tutumu zaten biliniyor.

Yine yayılmacı emeller ve savaş politikalarına karşı açık tutum alan TİP’i saymazsak Mecliste grubu olmasa da milletvekili bulunan DP, Saadet, Deva gibi partilerin kullanacağı oylar da ülke yönetimine aday olduğunu söyleyen burjuva muhalefetin dış politikadaki tutumunun anlaşılması için önemli bir veri olacak.

Bugün “ulusal güvenlik” gerekçesiyle uzatılmak istenen tezkerenin gerçekte neye/kime hizmet ettiğini görmek için bu tezkerenin ilk olarak nasıl gündeme getirildiğine ve sonrasında yaşananlara dönüp bakmak gerekiyor.

İktidara başka ülkelere asker gönderme ve savaş yetkisi veren tezkere ilk olarak ekim 2012’de Suriye’den Türkiye’ye top mermisi atıldığı gerekçesiyle gündeme getirilmiş ve jet hızıyla Meclisten geçirilmişti.

Bilindiği gibi, AKP-Erdoğan iktidarının bölgesel liderlik iddiası ve bu iddianın gerçekleştirilmesi için peşine düştüğü yayılmacı emeller ve yeni Osmanlıcı hayaller nedeniyle Türkiye, 2011’de Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerinin merkez komutanlığına ev sahipliği yapmıştı. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Erdoğan, Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunmuş ve Esad yönetiminin devrilmesi için cihatçı çeteleri eğitip silahlandırmıştı.

İşte ekim 2012’de meclisten geçirilen tezkere ile Türk askerinin hem Suriye yönetimine ve hem de Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) özerk yönetim kuran Kürtlere karşı kullanılmasının önü açılıyordu.

Peki, ekim 2012’den bu yana 2 yılda bir uzatılan tezkere gerçekten ulusal güvenliğe ve bu ülkede yaşayan halkların çıkarına mı hizmet ediyor?

Bırakalım ulusal güvenliği sağlamayı, Erdoğan iktidarının müdahale politikaları ülkeyi bölgenin birçok noktasındaki çatışmaların ve emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinin ortasına sürükleyerek yeni tehditlerle yüz yüze bıraktı. ABD ve Rusya, bölgede giderek sıkışan Erdoğan’ı her fırsatta yeni tavizler vermeye zorluyor. İnsanlık dışı uygulamaları ve katliamları ile sık sık gündeme gelen el kaideci, cihatçı çetelerle iş birliği politikasındaki ısrar nedeniyle bu çeteler bugün de ülke ve bölge için büyük bir tehdit olmayı sürdürüyor. Kürt sorununun çözümü adına uygulanan şiddet politikaları ve bunun bir devamı olarak Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarının da bir tehdit olarak görülmesi nedeniyle Suriye ve Irak’a yayılan çatışmalar sorunu büyütmekten ve çözümsüzlüğü Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşamını da tahrip eder bir şekilde derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor.

Erdoğan iktidarı yapılan müdahaleler ve sınır ötesindeki işgallerle Suriye’nin imarından ve Irak’ın enerji kaynaklarından pay kapmak istiyor. Hatırlanırsa Erdoğan, 2016’daki Musul operasyonuna Türkiye’yi dahil etmek için “Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” çıkışını yapmış ve ortağı Bahçeli de Musul ve Kerkük’e plaka numarası vermişti. Yine Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik de 2018’deki Afrin operasyonu sonrasında “50 küsur şehit verdik ama oradaki ihalelerden büyük pastayı Türk müteahhitler alacak” demişti. Yani bu operasyonların gerçek amacı iddia edildiği gibi halkın çıkarları değil, iktidarla kader birliği yapan tekelci burjuva gericiliğin bölgedeki (Ortadoğu) paylaşım mücadelesinden pay kapmasının sağlanmasıdır.

Akşener’in partisi tezkereye ‘evet’ diyerek bu gerici politikalar konusunda AKP ve MHP ile aralarında esasta bir fark olmadığını ortaya koymuş oluyor.

Kılıçdaroğlu, 2019’da tezkereye ‘evet’ derken “askerin burnu kanamasın diye” açıklama getirmişti. Oysa o günden bugüne İdlib başta olmak üzere yaşanan çatışma ve saldırılarda onlarca Türk askeri yaşamını kaybetti. Bugün tezkereye ‘evet’ demenin İdlib’de cihatçı çetelere kalkan yapılan Türk askeri için yeni çatışma ve ölümlere davetiye çıkarmak anlamına geleceği ortadadır.

 Tezkerenin gerekçesinde “PKK/PYD-YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin ulusal güvenliğimize yönelik tehditlerinin devam etmesi”nden söz ediliyor.

Burada iktidarın DEAŞ (IŞİD) diye bir derdi olsaydı, herhalde dün IŞİD ile aynı örgüt içinde yer alan cihatçı militanların kurduğu HTŞ’ye Türk askerini siper etmezdi.

Cihatçı çetelere kol kanat geren Erdoğan’ın asıl derdi, her fırsatta Türkiye ile barışçıl çözüme hazır olduklarını açıklayan Suriye Kürtleri. Çünkü Suriye Kürtlerinin kazanımlarını ve demokratik Suriye’nin bir parçası olmalarını, Kürt sorununda ülke içinde sürdürülen politika ve dolayısıyla iktidarının bekası için bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle de son dönemlerde yaşadığı güç kaybının önüne geçebilmek amacıyla Fırat’ın batı yakasında yer alan Tel Rıfat’a operasyon için zemin yaratmaya çalışıyor.

Burada konuyla ilgili daha önceki yazıda dikkat çekilmeye çalışıldığı gibi, iktidar Tel Rıfat operasyonunu; ekonomik kriz, siyasi açmazları, halkın talep ve beklentilerinin zorla bastırılmaya çalışılması nedeniyle yaşadığı güç kaybını durdurmak için bir fırsata dönüştürmek istiyor. Başka bir deyişle savaş üzerinden şovenizmi kışkırtmak ve bu temelde halkı yedekleyerek muhalefeti de sıkıştırmayı amaçlıyor. Dolayısıyla tezkereye ‘evet’ demek, iktidarın savaş kışkırtıcılığına ve kendi ömrünü uzatmaya yönelik provokasyonlarına ‘açık çek’ vermek anlamına geliyor.

Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözüm yerinin Meclis olduğu açıklaması bağlamında söylemek gerekirse; Kürt sorununun Mecliste demokratik çözümünü savunmak, bu sorunu derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacak olan savaş tezkeresine karşı çıkmayı gerektiriyor.

Burada ülkedeki emek ve demokrasi güçleri bakımından gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta şudur: Tezkere meselesi, tek adam iktidarında yetkileri büyük oranda elinden alınıp etkisizleştirilmiş Mecliste sonucu önceden belli bir oylamadan ibaret değildir. Tam hak eşitliğine dayalı demokratik bir geleceğin kurulması, emperyalist müdahalelere son verilip bölge halkları arasında barışın tesis edilmesi mücadelesinin asıl sahibi emek ve demokrasi güçleridir. Tam da burjuva güçler arasındaki kamplaşma karşısında halk güçlerinin devrimci seçeneğinin oluşturulması tartışmasının yürütüldüğü böylesi bir süreçte ilerici, devrimci, sosyalist güçlerin tezkereye karşı ortak tutum alması, bu seçeneğin yaratılması yönünde atılmış bir adım olarak da anlam kazanacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa