23 Ekim 2021 00:38

Siyasi saadet ülke felaketi üzerine kurulamaz

Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: Emrah Yorulmaz/AA

Paylaş

Faiz-fiyat arasındaki sebep-sonuç ilişkisinin Türkiye koşullarında gerçek dışılığı salt bilimsel açıdan değil, ülke halkının saadeti açısından da çok tatsız aşamaya gelmiş bulunuyor. Bu konuda akademik tartışma yapacak değilim, çünkü kanaatime göre, konunun akademik bir yanı yoktur; zira durumum bu aşamaya gelmesinin sebebi de siyasidir, bugün aranan çözümün sürüklendiği kanal da siyasidir. Her ne kadar faiz indirimlerinin uzun vadeli ülke ekonomisi lehine avantajlar ileri sürülüyorsa da, bizzat böylesi savları ileri sürenler de şunu çok iyi biliyor ki, uygulanan politikalarla sözde yerli üretimin kamçılanması çok uzun vadeli olup, oldukça da engellerle dolu bir yol üzerindedir. Bu nedenle ben son politikaları bir baskın seçime yürüyüş işareti olarak görüyorum.

Merkez Bankasının faiz indiriminin dövizi kamçılayacağını, başta yoğun enerji maliyeti olmak üzere, çoğu tüketim ürünü ve ihraç ürün girdileri de dahil olarak bir dizi ürünün fiyatını yükselteceğini, taahhüt altında yapılan altyapı yatırımları sözleşmeleri ile abat edilen müteahhit firmalarına olan ödeme yükümlülüğünü de yükselteceğini cümle alem biliyor.  İthalatın pahalılaşması ile yerli üretimin teşvik edileceği bir tez olabilir. Ancak, her iddia belirli ve geçerli koşullarda çalışır. Yerli üretimin salt fiyat rekabeti nedeniyle mi gerilediği, yoksa teknoloji ve know-how konularında da sıkıntıların mı olduğu dikkate alınmalıdır. Öyle düşünüyorum ki, mesele birinci konudan çok, ikinci konuda yoğunlaşmaktadır. Yüzde yüz yerli dediğimiz çoğu üründe dahi, motor vb. gibi ana parçalar dışında en ufak bir elektronik komut ya da denetleme mekanizmasının dahi ithal olması tüm süreci aksatabilir.

 İhraç ürünlerinin dış alıcılara ucuzlayacağı masalı ise, benzer engellerle karşı karşıyadır. İhracat ile fiyat ilişkisi de sadece fiyat mekanizmasına bağlı değildir. Ürünün fiyatı kadar kalitesi de dış alıcılar için önemlidir. Tarım ürünlerimizi dahi henüz standart konuma getirememiş, birincil sanayi ürünü olarak bilinen tekstil alanında dahi teknoloji içerikli üretimde sıkışıklık yaşanıyorsa, fiyat ayarlamaları ile ihracatı arttırmak, hele de bunu kısa sürede gerçekleştirmek bir hayal olabilir. Amaç anlamlı olabilir, ama yol bu değildir.  

Merkez Bankasının politika faizini indirmesi kredilere de yansırken, enflasyonun altında faiz alan tasarrufçuyu bankadan uzaklaştırır, belli ihtiyaçları için kredi taleplerini ise kamçılayabilir. Bu durumda, arz-talep dengesizliğinin, geçtiğimiz dönemlerde gördüğümüz masa altı faiz haddi oluşturabileceğini unutmamak gerekir. Kaldı ki, faiz haddinin kredi musluklarını açması sıkı para politikasından vazgeçmek anlamına gelirse, bu durumda da enflasyonu önü alınamaz şekilde yükseltebilir. İhracata benzer problem burada da yaşanabilir; şöyle ki, piyasanın canlanmasının üretim üzerindeki etkisi zaman dışında, siyasete güven ve ileriye yönelik net görüşün varlığına bağlıdır. İleriye ait güven konusunda ise burada bir kelam etmeye hiç gerek yoktur, herkes, özellikle de iç ve dış yatırımcılar duruma fazlasıyla vakıftır. Merkez Bankası, TÜİK gibi bağımsız olması gereken çok ciddi kamu kurumları siyasi baskı ve karar altında çalışıyorsa, o ülkede ekonomi alanında güven yoktur ya da zayıftır. Çok ciddi Alman ve Japon firmalarının üretim ünitelerini Türkiye’den çıkarması, bazı tasarlanan üretim ünitelerinin Türkiye’ye gelmekten vazgeçmesi ülke siyasetine olan güvensizliğin göstergeleridir. Yatırım çok hassastır, bir noktada oluşan güvensizlik derhal diğer noktalara da yansır, hem de yerli veya yabancı firma ayırımı yapmadan. Güvensizliği yaratan sebep varolan siyasi yapı ve uygulanan politikalar ise, sebep-sonuç ilşikisi şöyle kurulmalıdır: enflasyonun sebebi yüksek faiz ise, yüksek faizin sebebi de siyasi cehalet ve beceriksizliklerdir.

Peki, ne yapılmak isteniyor; faiz-fiyat akıl almaz teorisinin ispatı ya da yanlışlanması mı yapılmak isteniyor? Eğer böyle bir test yapılıyorsa, ülke deneme tahtası değildir, kaldı ki bunun için ülkenin heba edilmesine de gerek yoktur, bu tez(!) herhangi bir iktisat fakültesi birinci sınıf talebesine de sorulabilir ve güvenli yanıt alınabilir. Peki, amaç taahhütle iş yapan beş müteahhittin cebine daha fazla TL mi koyumaktır? Bunun anlamı şu ki, firmaların döviz olarak alacakları miktar değişmezken bütçe açığı büyüyecek, enflasyonist etki şiddetlenecektir. Kısacası, tedbirlerin, fiyatlara yansıyarak, üretimi artırmaktan çok, halkı perişan edici ve gelir dağılımını fevkalade bozucu sonucundan başka hiçbir ekonomik mantığı bulunmamaktadır. Bence iş ekonomi politikalarını aşmış olup, siyasi manevra alanına girmiştir.

Bir düşünelim, AKP ekonomi ne durumdayken iktidarı aldı. Kriz ertesinde, ekonomi 2000 IMF denetiminde iken ve bol dış kaynak varlığında AKP iktidarı aldı. Bu durumda, AKP’nin ilk aşaması olumlu idi de, ikinci aşamada bozulma oldu diyemeyiz, çünkü ilk aşama politikaları AKP politikaları olmayıp, denetim altında IMF politikaları idi. İkinci dönem ise AKP’nin kısa yoldan kendisine bağımlı sermaye ve servet kaynağı oluşturma politikası aşaması idi. İkinci dönem politikaların ülkeye nasıl bir zarar, politikacılara ise nasıl bir yarar oluşturduğunu başka bir yazıya bırakıp, bugüne yoğunlaşalım.

Yenilen ordular, terk ettikleri alanı yağma eder, yakar-yıkar. AKP zor durumdadır ve kendi tabanında oy kaybı yaşmaktadır. Böyle bir sadakatsizlik affedilmez; zira AKP tabanı Diyanet fetvaları ile sabır yerine isyana yönelmişlerdir. AKP zihniyeti bunu kabul ve affetmez! Diğer yandan, ekonomi IMF’yi işaret eder gibi, IMF’ye başvurulmasa durum vahimdir. Oysa, AKP alenen IMF’ye de gidemez. Krizden çıkış yolu AKP ve tek-adam zihniyetine kapalıdır. Krizin sebebi siyasi yönetim ve zihniyet olduğu sürece, bu siyasi yapı ve zihniyet olayı çözemez. İşin ilginç yanı, bu durumun AKP yönetimi tarafından da anlaşılmış olmasına rağmen, tek adam zihniyeti nedeniyle dönüş yapamamasıdır. Bu drumda tek yol kalıyor; erken seçimi genel talep olarak algılayıp, seçime gitmek. Seçim demek, alev topu ve IMF teslimiyetinin devredildiği siyasi yapıyı bataklığa sokmaktır. Bu koşullarda işler biraz düzeldikten sonra, şiddetli muhalefet yaparak, 2002 benzeri senaryo ile tekrar iktidarı almak niçin hedef olmasın ki!

Şu unutulmamalı ki, ülke felaketi üzerinde siyasi saadet hesabı yapan gafiller ülke düşmanı olarak görülürler ve tarihe öyle geçerler!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa