26 Ekim 2021 00:15

İstenmeyen kişi

Tayyip Erdoğan

Ekran görüntüsü @RTEdijital'in yayınladığı videodan alınmıştır

Paylaş

Dün sabah dolar 9.85’i görerek 10 liraya dayanmıştı. Daha bu son tırmanıştan önce eylül ayında da TL, dünyada dolar karşısında en fazla değer kaybeden para birimi olmuştu. İktidar her ne kadar “Dolarla mı maaş alıyorsunuz?​” diyerek bu artışların halkı ilgilendirmediğini iddia etse de dış borcun 448 milyar dolar ve ithalatın (dış alımın) 219 milyar dolar olduğu Türkiye’de bu artış daha fazla yoksullaşma, yeni zamlar ve işsizlik olarak halka geri dönüyor.

Nitekim Türkiye OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) üyesi ülkeler arasında 2020’de gıda fiyatlarındaki artış bakımından (yıllık yüzde 20.6) birinci sırada yer alıyor. Avrupa’da asgari ücretle çalışanın en fazla olduğu ülke olan Türkiye, aynı zamanda Bulgaristan’dan sonra asgari ücretin en düşük olduğu ülke. TÜİK verilerle oynayarak ne kadar düşürmeye çalışsa da Türkiye, resmi verilere göre Avrupa’da işsizliğin en fazla olduğu üçüncü ülke olmaktan kurtulamıyor.

İşsizlik, enflasyon, milli gelir gibi ekonomik göstergelere göre hesaplanan ‘Dünya Sefalet Endeksi’ne göre Türkiye, dünyada 156 ülke arasında en kötü 21. ülke durumunda.

Ekonomide durum buyken hukuk, hak ve özgürlükler konusunda da tablo daha parlak değil. Freedom House’un 2020 dünya özgürlükler raporuna göre, Türkiye son on yılda dünyada özgürlüklerin en fazla gerilediği ikinci ülke (birinci Mali) konumunda bulunuyor.

Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) 2020 ‘hukukun üstünlüğü endeksi’nde de Türkiye 128 ülke arasında 107. sırada yer alıyor.

Uluslararası Gazeteciler Federasyonunun (IFJ) 2020 yıllık raporuna göre, Türkiye cezaevindeki gazeteci sayısı bakımından dünyada birinciliğini koruyor.

Avrupa Konseyinin (AK) 2020 ceza istatistikleri raporuna göre ise Türkiye, 47 üye ülke arasında yüz bin kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısı bakımından (357) birinci sırada bulunuyor.

Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu (FATF), geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi kara paranın aklanması ve terörün finansmanının engellenmesi için yeterli çabayı göstermeyen ülkelerin bulunduğu ‘gri liste’ye aldı.

Birleşmiş Milletlerin (BM) 2019 yılına ait verileri paylaştığı ‘2021 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre, Türkiye dünyada en fazla uyuşturucunun ele geçirildiği ikinci ve kokainde ise birinci ülke.

Erdoğan iktidarının Suriye’deki cihatçı terör örgütleriyle ilişkisi; bu örgütleri koruması ve kendi müdahale politikası doğrultusunda kullanması uzunca bir dönemdir çeşitli vesilelerle gündeme geliyor. Bu veriler aynı zamanda son dönemlerde Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker’in ifşaatlarıyla gündeme gelen iktidarı sarmalayan kirli ve karanlık örgütlenme ve ilişkiler bakımından da fikir verici oluyor. Yukarıdaki tablo Türkiye’yi dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline getirmek ve ileri demokrasiyi uygulamak iddiasıyla yola çıkan tek adam iktidarının en genel hatlarıyla bir fotoğrafını veriyor.

Malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde ABD, Almanya ve Fransa’nın da aralarında yer aldığı 10 ülkenin büyükelçilerinin “İstenmeyen kişi” ilan edilmesi talimatını verdiğini söyledi. Gerekçe bu ülke büyükelçilerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması çağrısını yapmaları. Diplomatik dilde ‘İstenmeyen kişi’ (Ppersona non grata) ilanı, söz konusu ülke diplomatını ülkeden çıkmaya zorlayan ve iki ülke arasında ciddi diplomatik krize yol açan bir adım olarak tanımlanıyor.

Erdoğan ve iktidar sözcüleri büyükelçilerin açıklamasının “bağımsız Türk yargısına müdahale” anlamına geldiğini söylüyorlar. Oysa Türk hukuk sistemine göre AİHM kararlarının bağlayıcılığı bulunuyor ama iktidarın emri altındaki mahkemeler, AİHM’nin hem Osman Kavala ve hem de Selahattin Demirtaş için aldığı “Serbest bırakılmaları” kararını uygulamıyor.

AİHM’nin Demirtaş’ın tahliye edilmesi kararı sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcısının Erdoğan’ın talimatıyla HDP hakkında Kobanê soruşturması başlatması ve yine iktidarın fiili ortağı Bahçeli’nin açıklamaları sonrasında HDP’nin kapatılması istemiyle iddianame hazırlanması, Türkiye’de yargının iktidarın siyasi hedefleri doğrultusunda çalışmasının çarpıcı örneklerini oluşturuyor.

Evet, ABD ve AB’li emperyalistler Türkiye’de demokrasi ve hukuk konusunu sadece politik çıkarlarına hizmet ettiği dönem ve koşullarda gündeme getiriyorlar. AB’nin iki yüzlü tutumunun otoriter rejimlere nasıl güç verdiğini Yücel Özdemir arkadaşımızın 22 Ekim’deki yazısı çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

2016’da Merkel, Erdoğan ile mülteciler konusunda pazarlıklar yaparken Cizre’deki vahşet bodrumlarında göz göre göre gelen katliam karşısında AİHM’nin üç maymunu oynaması hâlâ hafızalardadır.

Batılı emperyalistler Kavala açıklamasını Erdoğan iktidarını kendi politik eksenlerine bağlamak için bir baskı aracı olarak kullanmak istiyor olabilirler. Ancak bu durum Türkiye’de yargının tek adamın emrinde olduğu ve dahası olası ‘İstenmeyen kişi’ ilanının ülkeyi yeni krizlere sürükleyeceği gerçeğini değiştirmiyor.

Peki, Erdoğan neden ‘İstenmeyen kişi’ ilanı gibi yeni kriz yaratacak bir adımın peşinde koşuyor?

Çünkü ülkeyi ekonomik ve siyasi olarak sürüklediği durum nedeniyle halk tarafından artık kendisinin ‘İstenmeyen kişi’ haline geldiğini görüyor. Bu nedenle ülkenin bağımsızlığını savunuyor görüntüsü altında yeni bir kriz yaratmak; milliyetçilik ve şovenizmi kışkırtarak halkın kendi iktidarından kopuşunu durdurmak istiyor.

Ancak işçi-emekçilerin uyanış içindeki kesimleri ekmeklerini küçülten, hak ve özgürlüklerini askıya alan politikaların gerçek kaynağını görüp demokrasi ve insanca yaşam için mücadeleye yöneldikçe tek adamın ‘İstenmeyen kişi’ler arkasında saklanma manevraları da işe yaramayacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa