Geçen hafta Yücel Sayman’ın YAE (Yetmez ama evet) savunusu üzerine yazdığım yazıya genellikle olumlu tepkiler geldi. Bir aklıevvel de Yücel Hoca’yı savunmak için yazılmış (Üstelik de hiç alışılmadık bir şekilde uzun) yazı diye eleştirdi.

Yücel Hoca’yı savunmak bana düşmez. O kendini savunabilir zaten.

Benimki, Yücel Hoca’nın yazısını bahane ederek Evrensel gazetesi ve yazarlarına yöneltilen haksız saldırılara yanıt vermek ve o dönemki tavrımızı hatırlatmaktı.

Ama belli ki tam anlatamamışım.

Yücel Hoca hastanede, pazar günkü yazısını da bu nedenle yazamadı. Acil şifalar diliyorum. Bir an önce iyileşir ve yazmaya devam eder dilerim. Yazımı okumuş. “Kamil hayır gerekçesini açıklamamış” demiş.  O halde iyi açıklayamadığım anlaşılan gerekçeleri daha açık anlatmaya çalışayım.

Hayır diyenler içinde 12 Eylül Anayasası’nı savunanlar vardı elbet. Tıpkı, evet diyenler içinde de AKP-FETÖ yanlısı, emperyalizm iş birlikçisi, yeni dünya düzeni savunucusu liberallerden olmayanlar olduğu gibi. Bizim hayır gerekçelerimiz onlarla aynı değildi.

12 Eylül Anayasası’na ret oyu verdik zamanında ve ilk günden itibaren de değiştirilmesini savunduk. Değiştirilemez denen maddeleri de dahil. Daha doğrusu yeni bir anayasa yapılmasını savunduk. Bu yeni anayasanın nasıl yapılacağını da tartıştık. Bir kurucu meclisin sadece anayasa yapmak üzere oluşturulmasını ve bu meclis tarafından yapılan anayasanın referanduma sunulmasını savunduk. Bu görüşlerimizi ve yeni anayasanın esasına ilişkin önerilerimizi de TBMM Anayasa Komisyonu dahil çeşitli platformlarda açıkladık. Hatta, Yücel Hoca ve ben Hayat Televizyonu’nda yaptığımız bir programda, ilçe ilçe dolaşıp “nasıl bir anayasa” konusunu emekçilerle tartıştık. Komisyon 68 maddede uzlaşma sağlamıştı ama AKP bu masayı da devirdi. Çünkü AKP’nin demokratik anayasa, demokrasi vb. bir derdi yoktu. İyileşme, demokratikleşme diye yaptığı her değişiklikle beraber geriye iki adım attı. Bir adım ileri, iki adım geri idi baskın tutumu. Terörle Mücadele Kanunu 8. madde AİHM’de çok mahkumiyete yol açınca, AB üyelik sürecine ters deninde değişiklik yaptı ama bu kez TCK 312. maddeyi kullanmaya başladı.  DGM’den asker hakimleri aynı nedenle çıkardılar, yerine atanan hakimler askerlerden beter oldu. DGM’leri aynı nedenle kapattılar yerine DGM’lerden beter 250. maddeye göre kurulmuş özel ağır ceza mahkemeleri kurdular. 17-25 Aralık’tan sonra özel ağır ceza mahkemelerini kaldırdılar yerine sulh ceza hakimleri ve yine başka bir özel ağır ceza mahkemesi kurdular daha beter oldu. Artık bu mahkemelerin başkanlığına AKP ilçe yöneticiliğinden hakim yapılmış otuzlu yaşlardaki hakimler getirildi. Kısa süre içinde üç ayrı ağır ceza mahkemesine başkanlık yapan ve terminatör gibi önemli davalarda cezalar yağdı, AYM kararını tanımayan, AHİM kararını takmayan hakimler.

12 Eylül 2010 referandumunun amacı yargıyı AKP-FETÖ’ye bağlama operasyonu idi. Bu hemen anlaşılıyordu. Anayasa Mahkemesi ve HSYK (daha sonra HSK) üyelerini Cumhurbaşkanı ve TBMM belirliyordu. Cumhurbaşkanı (Genel seçimle belirlendikten sonra) ve TBMM çoğunluğu aynı partiden oluyordu. Yargıyı da iktidar partisine bağlayınca bütün yetkiler tek elde toplanıyordu. Daha sonra yaptıkları ikinci anayasa değişikliği ile bu modeli pekiştirdiler ve şimdiki tek adam diktatörlüğü anayasal bir rejim haline geldi.

Üstelik örneğin AYM üyeleri 12 yıllığına seçiliyordu. AKP iktidardan ayrılsa bile seçtiği üyeler göreve devam ediyordu. HSYK Başkanı hâlâ adalet bakanı idi, yardımcısı bakanlık müsteşarı idi. HSYK’yi hâlâ esas olarak Bakanlık yönetiyordu.

Anayasa değişikliği yargının demokratikleşmesini sağlamıyor diye sürekli yazdık, konuştuk. Hiç olmazsa Cumhurbaşkanının seçeceği üyeleri de TBMM seçsin ama nitelikli çoğunlukla seçsin dedik. Mecliste iktidar ile muhalefet partilerinin birlikte güven duyduğu kişiler yüksek yargıç olsun dedik. Demokrasi uzlaşma rejimidir diyenler, kazanan hepsini alır dediler.

Olabilir ya da olur dediklerimizin hepsi oldu. Hayat bizi doğruladı. Anayasayı, AYM’yi, AİHS’yi, AİHM’yi, yasayı (Mühürsüz oylar geçerli kararını hatırlayın) tanımayız diyen hakimler çoğunluk oldu yargıda. Kimi tutuklayıp, kimi tahliye edeceklerini Reislerinden aldıkları talimatla belirleyen yargıçlar…Ahmet Altan, Mehmet Altan, Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş vb. bu hakimler yüzünden tahliye edilmesi gerekirken tahliye edilmedi.

Bugünkü cehenneme giden yolun taşlarını AKP-FETÖ’yü bu memleketin başına bela eden emperyalistler ve iş birlikçilerinin yanı sıra iyiniyetli arkadaşlarımız da döşedi.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et