29 Ekim 2021 23:55

Ayrı yerlere savrulan biçim ve içerik

Fotoğraf: Basın görseli

Paylaş

Kaan Müjdeci’nin Gain için çektiği “Hamlet” dizisi için birkaç satır karalamadan önce, afişe uygulanan sansürü hatırlatmadan geçmeyelim. “Özgürlükçü mecralar/ kanallar/ alanlar yaratma” hevesiyle yola çıkanların risk almadan, mücadele etmeden bunu yapamayacaklarını biliyor olmaları gerek. Ama belli ki bilmiyorlarmış. Bu “sansürün sivilleşmesi”dir. Yani otorite istemeden onun adına düşünmek. Acaba ne der diye onun adına öngörülerde bulunmaktır. Halbuki mesele sanatsa siz yaparsınız, onlar becerebiliyorsa yasaklar.

“Sivas” ile sinemaya etkili bir giriş yapan, ikinci filmi “İguana Tokyo”yu da merakla beklediğimiz Kaan Müjdeci farklı bir kulvarda çıktı bu kez karşımıza. Kanımca bu tür iddialı içerikler için geç kalan dijital platform Gain için çekilmiş bir yapım “Hamlet”. Shakespeare’in yalnızca edebiyata değil, tiyatro ve sinemaya da ilham vermiş büyük trajedisi “Hamlet”, yeryüzünde en çok uyarlanan yapımlardan birisi. Metin Erksan’ın 1977 tarihli “İntikam Meleği/ Kadın Hamlet” uyarlaması da bunlar arasında en özel olanlardandı. Erksan, Hamlet rolünü bir kadına (Fatma Girik) vermişti. Kaan Müjdeci de bu yoldan gidiyor ve bir kadını (Elit İşcan) oturtuyor Hamlet’in tahtına. Hikayeyi de bugünün Türkiye’sine uyarlıyor.

Son dönemin önemli gündemlerinden adalarda faytonlarda çalıştırılan atlar, kurulan mafya düzeni ve işlemeyen adalet sistemini birbirinin içine geçiren Müjdeci, görsel olarak oldukça tatmin edici ama hikaye olarak nefesi yetmeyen, kafası biraz karışık bir iş çıkarmış ortaya. “Hamlet”, at ve basına yakalandıkları söylenen 81 atın adanın ücra bir köşesinde itlafı ile açılıyor. Gemiyle getirilen atlar kafalarına kurşun sıkılarak tek tek katlediliyor. Bu karmaşada Faytoncular Kralı Ahmet Kesmeci kardeşi Kadir tarafından öldürülüyor. Kadir, ağabeyi Ahmet’in servetine konarken çok geçmeden yengesi Nazan’ı da baştan çıkartıyor. Ahmet’in yanında çalışan Abdullah ve oğulları Serkan ile Öner’i de yanına çekip otel sektörüne yatırım yapmaya karar veriyor. Ancak, babasının doğal yollarla ölmediğini düşünen Hazar, tabii ki spiritüel dünyanın parçası olarak resmedilen Adanın Rum sakinleri Amelie ve Nuh ile vakit geçirerek babasının katilini bulmaya çalışıyor.

En nihayetinde bu gerçekleşmeyen adalet televizyon dünyasının kulağına kadar gidiyor ve sabah kuşağında “gizemleri çözen” bir program ekibinin devreye girmesiyle hikaye kamusallaşıyor. Bu geçişe dair kısa bir not düşerek devam edelim. Başta Kadir olmak üzere insanların neden koşarak bu programa katıldıklarına ikna olmak zor gerçekten.

Tekrar baştan alırsak. Kaan Müjdeci, tıpkı Sivas’ta olduğu gibi burada da hayvanları filmin estetiğinin merkezine oturtuyor. Atlar başta olmak üzere, köpekler vb. adada bulunan her türlü canlı Müjdeci’nin kamerasında büyülü bir görünüm kazanıyor. Yedi bölümlük dizinin hemen her bölümü hayvanlara dair bir anla açılıyor. Hayvanların, binbir türlü halleri, canlı, ölü, can çekişirken ve hatta iskelete dönüşmüş olsun fark etmeksizin denizin ve doğanın da yardımıyla kameranın kadrajına giriyor ve ne yalan söyleyelim etkili de duruyor. Ancak bu biçimle dizinin söylemek istediği içerik birbirinin üzerine oturamıyor tam olarak.

Kadir’in hırslarına, Nazan’ın motivasyonuna, Öner’in saflığına yeterince ikna olamıyoruz. Hazar dahil hiçbir isim tam olarak karaktere dönüşemiyor dizinin içinde. Ne iç dünyalarına ne de çevrelerinde olup biteni nasıl algıladıklarına dair derinlikli bir yapı inşa edilemiyor. Özellikle dördüncü bölümden sonra aynı yerde dönüp duruyoruz gibi geliyor. Müjdeci’nin mekan kullanımındaki mahareti bizi yeniden tavlasa da Hamlet’ten metinlerin kimi yerlerde eklektik kaldığı hissine kapılıyoruz.

Bir tür ‘sanat sineması karakterleri’ olarak inşa edilen karakterlerin, bir anda sabah kuşağında televizyon dünyası karakterleri olarak karşımıza çıkmaları da sıkıntıya neden oluyor. Karakterlerin bu hızlı dönüşümü, iki mekanda iki farklı insan olmaları bilinçli bir tercih ise tam olarak işlemiyor açıkçası. Çünkü adada gördüklerimizi çok fazla ciddiye alıyor dizi. Üstelik yalnızca hikaye olarak değil, estetik olarak da. Büyük komplolar kuracak kadar kurnaz olanların, ‘küçük insanlar’la aynı zeminde bu kadar kolay buluşması pek ikna etmiyor açıkçası. 

Kaan Müjdeci’nin “Hamlet”i Türkiye’de dizi tarihinin görsel olarak en güçlü ve çarpıcı işlerinden (belki de en iyisi) olarak kayıtlara geçti şimdiden. Ama bu biçim, yedi bölümü kaldıramayan içerik yüzünden havada asılı kalıyor çoğu zaman. Kimseye işinin nasıl yapacağını, yapması gerektiğini söylemek haddimiz değil ama biçimi zorlamayan, içeriği birbirinden koparmayan tertemiz bir dört bölüm çok daha şahane olurmuş gibi.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa