30 Ekim 2021

Büyükelçiler bildirisi ya da karanlıkta dozer sürmek

10 büyükelçinin Osman Kavala’nın tutukluluğunun dördüncü yılında yayımladıkları bildiriyi tartışıyoruz günlerdir. Sorunun, büyükelçilerin, anlamı taraflara göre değişen yeni bir açıklamasıyla çözüldü kabul edilmesine rağmen konu da pek kapanmışa benzemiyor. Çünkü dış ilişkilerden diplomasiye, emperyalizm ile iç işlerine karışılan ülke mağduriyetine kadar çeşitli boyutlarla mesele oldukça katmanlaştı.

Kimsenin kazanmadığı ama herkesin kazandığını iddia ettiği, tarafların tuhaf karşılaşması da temayülü sarsan bir hamleydi.

Türkiye’de malum hiçbir konu hukuk dairesi içinde çözülmüyor. Osman Kavala’nın durumu bunun en popüler kanıtlarından biri. Dosyaları bile hazırlanmadan yıllarca hapiste tutulan siyasetçiler, gazeteciler ve muhaliflerin çokluğu, siyasi iktidarın, tasvip edilmeyen her söz ve eylemin ödemek zorunda olduğu bedellerle ayakta durmayı tercih ettiğini gösteriyor. Kanun fiile göre uyduruluyor, suç suçlamadan sonra geliyor. Sıralamaların değişmesi kriminal alanları ilgilendirmiyor sadece, bu bir yönetme ilkesi. Süleyman Soylu  muhtarların önünde şöyle bir cümle kurdu: “Metruk bina var ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz diyorlar, Ben de diyorum ki gece yarısı dozer gelsin yıksın, kim yıktı biz nereden bilelim.” Bu sözler bütün bir iktidar pratiğinin çok kısa bir özeti. Fitne sadece Suriye’deki türbe için düşünülmedi sistemin kurucu unsuru oldu.

Osman Kavala davası ‘gece yarısı’ kapkaççılığının, ‘Ne bilelim kim yaptı’cılığın, ‘Hiçbir şey olmadıysa bir şeyler olmuştur’culuğun bir sonucu sadece. Fakat artık ‘bizde hukuk bağımsız’ pişkinliğinin duvara çarptığı, Rahip Brunson davasından sonra kimsenin bağımsızlık mavalına ikna olmadığı, milliyetçi goygoyla üstünün örtülemediği bir durum geliştiğinden kral çırılçıplak ortada.

Bu tablo Türkiye’nin nereden tutulsa dökülen iç işleriyle ilgili kısım. Hani, başkaları karıştı diye hakaretlerle savunulan ama aslında her şeyin müsait olduğu iç işleri.

Zaten elbette hiçbir emperyalist, diğer ülkelerin iç işlerine karışma hakkını kendisinde görmesin. İç işlerine müdahalelerin arkasından Irak’ta, Suriye’de; Yemen’de, Afganistan’da neler olduğu ortada. Ancak Almanya’ya geçmişteki faşizmi hatırlatırken ya da Fransa’ya ‘siz de Ruanda’da…’ diye had bildirirken gizli kapaklı toplantılarda ülkenin iç işlerini pazarlık konusu da yapmamak gerekir. Ki tutarlı olunsun. Gelgelelim anlık durumlara anlık tepkiler bir iktidar pratiği ve fikri takip ya da tutarlılık geçer olmayan bir akçe.

Ama memleketi bu noktaya getiren süreç tek yanlı işlemiyor. Memleketin bu haliyle uyumlu bir dünya ahvali var. Katılımcı ülkelerin birbirine taahhütte bulunduğu uluslararası kurumların değil, bu ülkelerin tek tek devlet yöneticilerinin değil, kendi arasında organize olmuş 10 büyükelçinin bir bildiriyle tutum belirtmesi yoksa nasıl açıklanabilir? Bu suça ortak olmayacağız başlıklı bildiriyi imzalayanlara dünyayı dar eden KHK rejimi, akademisyenlerin devletin askeri gibi davranması beklenmekteydi. ‘Sivil toplumu’ tırpanladıktan sonra resmen kurduğu vakıflara da sivil toplum örgütü etiketi yapıştıran bir iktidar var karşımızda. Kendilerini sivil toplum örgütü yerine koyan büyükelçiler zevatının devletlerle ‘sivil toplum’ arasındaki ilişkiyi ve sınırı bulanıklaştıran tutumunun bizim buralarda olan bitenden ne farkı var, öyleyse? Pek yok.

Kendi devletlerinden bağımsız hareket etmesi mümkün olmayan bir kısım diplomat güya ‘münferit’, güya sivil, güya ‘Boşluğuma geldi’ süsü verilmiş örgütlü bir iş yaptılar. Sonra… ‘Ne bileyim nasıl oldu! Biz Viyana Sözleşmesi’ne sadıkız…’

Bu bahiste, iç işleri ile ilgili her türlü pazarlığın tarafı olan devletlerin bu iktidara yaptıkları yatırımları, üç koyup beş alma hesaplarını, Ortadoğu’da koçbaşı muamelesi yapmalarını… bunlara gelmeyeceğiz. Bu pazarlığa pek meraklı iktidarın da emperyalist sermayeye kapıları ardına kadar açtığına hiç değinmeyelim. Karanlıkta sürülen dozerler taammüden çarpışmadan önce tarafların hepsi aynı masadaydı; bu da sabit.

Şuna gelelim; bu ülkede yaşayan insanlar büyükelçiler bildirisinde sürecin nasıl işlediğine aşinadır. Tek adam hukuksuzluğunun, ben yaptım olduculuğun tedrisatından herkes geçer çünkü. Fakat bildiri olayı bu yöntemlerin dünyaya nasıl bulaştığını gösterdi. Diplomatların geneli “Biz iç işlerine karışmadık, karışmayız’ resmiyetinde. Ancak iç işleri diye bir şeyin kalmadığı Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesinin yeni, gizli içeriği. Fiilden sonra yazılıyor!

Taraflardan hiçbiri bu sözleşmelerin ihlalinde masum değil. İç işleri ile dış işlerinin nerede başladığı, nerede bittiği el birliğiyle belirsiz hale getirildi. Bildiri gibi somut bir olayda her iki tarafın birden kazanması veya her iki tarafın kaybetmesinin diplomasinin çift anlamlı cümleler kurma becerisiyle ilgisi yok demek ki. Sadece dünyanın çivisi çıkmış, sayelerinde.

Evrensel'i Takip Et