‘Kutlama muhalefeti’(!) ve 98 yıllık deneyimden ders çıkarabilmek
Fotoğraf: Ümit Kahrıman/AA
Cumhuriyet’in 98’nci yıldönümü kutlamalarla geçildi. Malum kutlama halleri işte. Şenlikli, şölenli etkinlikler, “cumhuriyetin faziletleri”ne dair ezberler, klişeler, hamasî nutuklar... “Cumhuriyet rejimine düşman” denilen bir iktidarın da kendisini ‘cumhuriyeti kollama ve koruma’ misyonuyla tanımlayan muhalif eksenin de kutlamaları bolca kırmızı beyazlıydı.
98’nci yıldönümünde, ‘tehdit altında olan cumhuriyeti savunmak’ üzerinden şekillenmiş muhalif eksenin en çok canını sıkan şeylerden biri Cuma hutbesinde Atatürk’ün anılmaması oldu belki de. Bu, iktidarın cumhuriyet karşıtı gizli ajandasına dair bir yansıma sayıldı.
20 yıllık AKP iktidarının, laiklik başta olmak üzere ‘cumhuriyet değerleri’ denilen başlıkların birçoğuyla sorunlu olduğu doğrudur. Tek adamcı mecranın muhafazakâr toplum inşasını gereksindiği ve bu ihtiyacın da böylesi ‘gizli ajandalı’ hesaplaşmaları zorunlu kıldığı da...
Ama konuşulması gereken kimin neyi ne kadar kutladığı, kimin kimi ne kadar andığıysa ya da mesele cumhuriyetten bahsetmek, tören ve kutlama yapmaksa, görüyoruz ki gerektiğinde cumhuriyetçi muhalefetten daha yüksek sesle cumhuriyet ajitasyonu yapmak çok da sorun olmuyor iktidar mahfilleri için. Cuma hutbesinde Atatürk’ten bahsedilmedi belki ama şaşalı bir törenle yeni Atatürk Kültür Merkezi açıldı örneğin.
Hep vurguluyoruz; “Cumhuriyet elden gitti” denilen böylesi kritik bir süreçte bir tür ‘kutlama muhalefeti’yle iştigal etmek, her kutlama yapmayanı gericiliğin kara listesine kaydetmek, kaybedilenin neden kaybedildiğinden bi haber olmaktır. İstenildiği kadar yaygın kutlansın, kutlanılanı kaybetmekle yüzyüze bırakmış onulmaz hastalık ve açmazları es geçmek, mevcut cumhuriyeti savunma çizgisinin açmaz ve zaaflarını da korumak demek oluyor. Geriye bir iki eklektik başlık dışında neye niye duyulduğu pek de açık olmayan flu bir nostalji kalıyor.
***
Cumhuriyetimizi yeniden demokrasiyle taçlandıracağız deniliyor mesela! Demokrasili miydi cumhuriyet? Demokrasiye dair en asgari karşılıkları bile berhava eden bu rejime nasıl gelindi? Bu noktaya getiren de demokrasisizlik değil miydi?
Asgari bir özeleştiriden, bir yüzleşmeden kaçan ve gelinen noktada, muhalefet eksenini “cumhuriyetçiler ile cumhuriyetle sorunu olanlar” arasında sabitlemeye çalışan çizginin ne yaşananları anlaması ne de geleceğe dönük bir çözüm üretmesi mümkün müdür? Dünün bazı sıkı cumhuriyetçilerinin bugün iktidarın safında yer alabiliyor oluşu yeterince manidar değil midir?
Peki, cumhuriyete dönük tehdidi, “Türklük ile tanımlanmış ulus devlete irtifa kaybettirilmesi” şeklinde açıklayan ve gözümüzün içine baka baka çözümün milliyetçilikten geçtiğini söyleyenlere ne demeli? İktidar cumhuriyetin milliyetçi değerleriyle oynamış da bu noktaya gelinmiş! Neresinden tutsan elinde kalır. Tarihsel bir açmazı kuşanarak ne muhaliflik yapılabilir ne de cumhuriyet savunulabilir oysa. Cumhuriyeti içten içe kemiren ve başta Kürtler olmak üzere önemli bir toplumsal kesimde rıza üretemez hale getiren kurucu ‘inkâr’ gerçekliği değil miydi? Milliyetçi söyleme hep merkezi bir önem atfetmiş ve gereğini de yapmış bu iktidar mı Türk milliyetçiliğine irtifa kaybettirmiş? Türkçü siyasal geleneğin başat temsilcisi MHP’nin siyasal İslamcı iktidarın ortağı ve dayanağı olması nasıl açıklanabilir öyleyse? MHP’nin bugünkü pozisyonu yeterince öğretici değil midir? Türk milliyetçiliğine karşı denilen bir iktidarın temel dayanağının MHP olması, teşhis edilen ‘arıza’nın hiç de isabetli olmadığını ve dolayısıyla cumhuriyeti milliyetçilikle tahkim etmek için hiç de muhalefete ihtiyaç olmadığını yeterince anlatıyor olsa gerek.
***
Cumhuriyetin 98 yıllık serüveni ve gelinen son nokta hakkında tartışılacak çok şey var elbette. Ama en özet haliyle şunu söylemek gerekiyor; cumhuriyete karşı olduğu söylenen MHP ortaklıklı iktidarın bugünkü pozisyonu, bizzat cumhuriyetin kurucu/yapısal fay hatları ve açmazları üzerinden anlaşılabilir. Evet cumhuriyet, ama ‘nasıl bir cumhuriyet?’ sorusundan kaçıldığı için ‘eldeki’ de ancak bu kadar, o da siyasal İslamcı aşıyla korunabildi ancak!
O aşı nasıl üretildi, çok mu dışsaldı?
Son 50 yılı konuşmak bile yeter. Sola karşı dinî ajitasyonu dibine kadar kullanan 12 Eylül’ün paşa rejimi, kontrgerillacı sivil faşist örgütlenmeler, Kürtlerin mahallesinde asit kuyuları açan 90’ların karanlığı...
Sokak ortalarında satırla insan doğrayan Hizbullah’ı kullanan cumhuriyet rejimi değil miydi? Onu devreye sokup kullanan iktidar hiç de İslamcı değildi oysa. ‘Cumhuriyetçiyiz’ diyorlardı kendilerine. ‘90’larda Hizbullah’ı kullanmak ile bugün cihadçı selefilerle birlikte Suriye’de yoldaşlık yapmak arasında hiç mi bir bağ kurulamaz? Bu parallellik, başından bu yana elde tutulan Türk-İslam sentezli bağlama hiç mi işaret etmez?
“Kimsesizlerin kimsesidir cumhuriyet” iddiası da hoş bir sada olarak kaldı bu 98 yılda. Kimsesizlerin büyük çoğunluğu buna inandı belki, cumhuriyete dair kutlamalardan, nümayişlerden imtina etmedi. Ama gündelik hayatlarında hep karşılıksız kalan bir aşk gibi kaldı bu ilişki. Cumhuriyet kimsesizlerin değil, birilerinin, kimsesizleştirenlerin kimsesi oldu hep. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların mahkum edildikleri eşitsizlikler bugün başlamadı, hep vardı, derinleşerek sürdü geldi.
***
Özetle, cumhuriyetin belirli toplumsal kesimlerle arası hiç iyi olmadı ve demokrasisiz yol almaya çalıştı. Kurucular da dahil, bütün iktidarlar böyle geldi, böyle gitti. Cumhuriyet başından demokratik değildi, demokratik olmadı. Çünkü ona yön veren kadro ve sınıfların derdi demokrasi, eşitlik değildi. Kazanımlar mı? Oldu elbette. Ama çoğu hayata geçirilmeyen, çok kırılgan, ikircikli ve eğretiydi hepsi. Çünkü egemen sınıfın karakteriydi cumhuriyetin karakterini de şekillendiren. Özgürlüklerden, emekçi sınıflardan korkan, kendi güvenliğini halkın güvenliği ve özgürlüğünden yeğ tutan bir gericileşme süreci sonrası geldik bugüne...
Kuraldır; gericileşen, daha gericilerle buluşur mutlaka.
Öyle de oldu.
Şimdi 30’lar ideali ve nostaljisiyle, nümayişler yapılabilir belki ama sorgulamadan, yüzleşmeden gerçek bir çıkış şansı yok artık!
Tabi ki sözümüz halkın kendiliğinden hissiyatına değil. Açmaz ve fay hatlarıyla birlikte yaşanmış sorunlu bir deneyimi aynen ihya etme iddiasındaki siyasal çizgiyledir tartışmamız. Savunulacak cumhuriyetin anti demokratik, milliyetçi, sermayeci olmaması gerektiğini anlamak için 98 yıllık bir deneyim var sonuçta.
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16