10. yılında bir kez daha NSU cinayetleri üzerine
Beate Zschaepe | Fotoğraf: Marc Muller/AA
Dün, ırkçı terör örgütü NSU’nun, Almanya’da 2000-2007 yılları arasında 8’i Türkiye, biri Yunanistan olmak üzere dokuz göçmeni ve bir polis memurunu katlettiğinin açığa çıkmasının 10. yılıydı. Bu nedenle birçok kentte eylemler düzenlendi. Güvenlik birimleri içindeki ırkçı örgütlenmelere dikkat çekildi. “Yüzyılın davası” olarak ifade edilen ve temmuz 2018’de biten NSU davasında adaletin yerini bulmadığı, güvenlik birimlerinde ırkçı örgütlenmelerin varlığını sürdürmeye devam ettiği dile getirildi.
9 Eylül 2000’de Nürnberg’de, Ispartalı Çiçekçi Enver Şimşek’in katledilmesiyle başlayan ve 25 Nisan 2007’de Jenalı Polis Memuru Michele Kieserwetter’in katledilmesiyle son bulan seri cinayetlerin kim ya da kimler tarafından işlendiği yıllar boyunca belirsizliğini korumuştu. Özellikle göçmenlerin aynı Çeska 83 tabancasıyla katledilmesiyle bir mesajın verildiği açıktı.
Peki mesajı veren kimdi?
Aradan yıllar geçmesine, devasa güvenlik teşkilatına rağmen Almanya gibi bir ülkede bu tarz seri cinayetleri işleyenlerin neden kısa zamanda tespit edilemediği, cinayetlerin neden önlenemediği halen yanıtlanmayan soruların başında geliyor.
Kurban yakınlarını suçlu ilan ederek soruşturmanın yönünü ısrarla “yabancılara”, göçmenlere doğru çeviren güvenlik birimleri cinayetlerin Neonaziler tarafından işlenmiş olabileceğini hesaba dahi katmadı.
Ta ki 4 Kasım 2011’e kadar...
1998’de yer altına geçtikten sonra tam 14 bankayı soyarak geçimlerini sorunsuz şekilde sağlayan Neonazilere yine soygun için gittikleri Eisenach son durak oldu. Girdikleri bankadan yaklaşık 72 bin avro alan soyguncular, bisikletleriyle bir kilometre öteye park ettikleri mobil karavana yerleştiler. İddia o ki, bir ihbarı değerlendiren polis ekibinin karavana yanaşmasıyla içeriden silah sesleri duyulmaya başlandı.
İntihar edenlerin seri cinayetleri işleyen Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt olduğu kısa sürede tespit edildi. Karavandaki intihardan üç saat sonra Eisenach’a 200 km uzak Zwickau’da iki Uwe’nin yaşadığı ev, diğer suç ortakları Beate Zschaepe tarafından ateşe verildi. Göçmenlerin katledildiği silah bu evden çıktı. Ayrıca cinayetler sırasında çektikleri fotoğraflardan ve sonrasından yayımlanan haberlerden hazırladıkları bir film daha sonra Zschaepe tarafından basına gönderildi. Böylece yedi yıl boyunca işlenen seri cinayetlerin ırkçılar tarafından yapıldığı açığa çıkmış oldu.
Her ne kadar, seri cinayetlerin ortaya çıkmasının başlangıcı 4 Kasım’daki intihar olayı kabul edilse de, dünya olup bitenleri 11 Kasım 2011’de Federal Başsavcılık tarafından yapılan yazılı açıklamadan öğrendi.
Zira evi ateşe veren Zschaepe, dört gün boyunca ortalıktan kaybolmuş, 8 Kasım günü gidip polise teslim olmuştu. Bu dört gün içinde kimlerle görüştüğü, neler konuştuğu bir sır olarak kaldı.
Federal Savcılık tarafından 11 Kasım 2011’de yapılan ve halen internet sitesinde duran ilk açıklamada en dikkat çekici nokta seri cinayetlerin “aşırı sağcılar” tarafından işlendiğinin ifade edilmesi. Bir örgütten söz edilmiyor. İlk olarak, iki gün sonra, 13 Kasım 2011’deki ikinci açıklamada “NSU”dan söz edildi.
Böylece, “NSU” ile tanışmış olduk.
Cinayetleri işleyenlerle istihbarat örgütleri arasındaki bağlantılar, destek verenler konusunda ayrıntılı bilgiler bir yıl önce yayımlanan “NSU Cinayetleri” kitabımızda yer alıyor.
10. yılda geriye dönüp baktığımızda, Almanya’nın güvenlik/istihbarat teşkilatlarıyla Neonazi örgütlerinin iç içeliği diye özetleyebileceğimiz ciddi bir sorunun olduğu ve bununla yüzleşilmediği söylenebilir.
NSU davasının bitmesinden kısa bir süre sonra ortaya çıkan, “NSU 2.0” adına polis teşkilatıyla bağlantılı tehdit mektupları, polis ve ordu içindeki ırkçı hücrelerin varlığı bunu gösteriyor. Açıktan ırkçılık yapan bazı asker ve polislerin son yıllarda görevden alınması buz dağının sadece görünen kısmından ibaret. Görünmeyen kısmındaki iş birliği tahmin edilenden de derin olabilir.
Bu durum sadece Türkiye kökenlilerin katledildiği NSU cinayetlerinde kendisini ortaya koymuyor. 2005 yılında 36 yaşındaki Siera Leoneli sığınmacı Oury Jalloh’un Dessau’daki bir polis karakolunda “Kendisini yakarak intihar etmesi” olayında da benzer bir durum söz konusu. Polis tarafından gözaltına alınarak karakola görülen sığınmacıdan geriye kül olmuş bedeni kaldı. Önceki gün yayımlanan yeni bilirkişi raporunda, Jalloh’un hücrede kendisini ateşe vererek intihar etmesinin mümkün olmadığı, ancak dışarıdan bir müdahaleyle ölmüş olabileceğine dikkat çekildi. Dışarıdan müdahaleyi yapan elbette polisten başkası olamaz.
Almanya, ordu, emniyet ve istihbarattan başlayarak devlet içinde var olan bütün Neonazi örgütlenmeleriyle hesaplaşmadıkça benzer cinayetler ne yazık ki işlenmeye devam edecek. Bu nedenle devlet aygıtı içinden bütün Neonazilerin temizlenmesi için güçlü bir mücadeleye ihtiyaç var.
- Almanya Rusya’ya karşı karargah oluyor 25 Ekim 2024 04:17
- Almanya-Türkiye ilişkileri: Yeni bir başlangıç mı? 18 Ekim 2024 04:50
- Biden'ın ertelenen Almanya ziyareti ve Ukrayna senaryoları 11 Ekim 2024 04:19
- Savaş döngüsü, barış umudu 04 Ekim 2024 04:32
- BM’nin mecalsiz hali, çelişkiler ve savaş planları 27 Eylül 2024 06:08
- İsrail Batı’nın desteğiyle savaşı bölgeye yayıyor 21 Eylül 2024 05:51
- Almanya'nın Orta Asya hamlesi tutar mı? 20 Eylül 2024 04:09
- Almanya'da mülteci düşmanlığı yarışı 13 Eylül 2024 05:22
- Ukrayna'da klikler savaşı mı? 06 Eylül 2024 05:35
- Terör saldırısı gölgesinde Doğu Almanya seçimleri 30 Ağustos 2024 04:46
- Almanya yeniden ABD’ye nasıl bağımlı hale geldi? 23 Ağustos 2024 03:45
- Sırbistan'daki "beyaz altın": Lityum rezervleri 16 Ağustos 2024 04:30