Bütçenin önemi kaldı mı?
Fotoğraf: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Türkiye’de başkanlık sistemine geçişle “Yetmez, ama evet” yarı aydınlarının bugün tüm topluma hesap vermeleri gerekiyor: Bu sistemle özgürlükler arttı mı, yoksa kısıldı mı? Bu vahim sürecin bir göstergesi olan bütçe sürecinde özgürlükler, cumhur olgusu ve varsıllığın kullanım hakkı konularına kısaca bakalım.
Bütçe bir yasadır; bir yetki yasasıdır. Hatta bütçe öylesine önemli bir yasadır ki, tüm yasaları veto hakkını haiz devlet ya da cumhur/başkanları parlamentoda kabul edilmiş olan bütçe yasasını veto edemez, böyle bir yetkisi yoktur. Bunun sebebi, bütçenin, ulusal gelirden ne kadarının, hangi kamu kanallarından geçirilerek topluma mal ve hizmet olarak sunulacağının kararı olmasıdır. Dolayısıyla, el atılarak kamuya aktarılacak varlığın sahibi millet olduğuna göre, onun üzerindeki tasarruf hakkının tek yetkilisinin de millet olması, burjuva demokrasisinin vazgeçilmez ilkesi olan mülkiyet hakkının önemli sembolüdür. Bütçe hakkının millet temsilcisinden gasbı, anayasa değişiklikleri ile dahi olsa telafisi olanaksız, toplumsal mülkiyet hakkının gasbıdır.
Bu görüş, burjuva demokrasi sembolü olarak, 1215 yılında yayımlanmış olup, “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” olarak bilinen Magna Carta ile tarihe geçirilmiştir. Böylece, geçmişte feodal ya da krallık veya padişahlık dönemlerde padişahların ya da kralların olduğu kabul edilen ulusal mal varlıkları, ulus devletlerin kuruluşu neticesinde toplumsal mal varlığının üreticisi ve sahibi olan halka mal edilmiş oldu. Burjuva devriminin, bu bağlamdaki anlamı, hakimiyetin ve toplumsal mülkiyet hakkının krala ya da padişaha değil, halka ait olduğunun teslimidir. Böylece, yarattığı üzerinde tasarruf etme hakkını da ihraz etmiş olan halk yığınları, “cumhur” olma niteliği ile yönetimin asli sahibi konumuna gelmiş olmaktadır. Halk yığınlarının cumhur olma özelliğinin, mal varlığı üzerinde tek ve devredilemez tasarruf sahibi olma yetkisinin büyük mücadelelerle kazanılmış olması gerçeği, bu sıfatla ittifaklar oluşturmuş siyasilerin özenle dikkate alması gereken bir hassasiyettir. İşte, bütçenin, yapılış ve kabul aşamalarda hiçbir müdahaleye maruz kalmadan cumhurun temsilcisi parlamentonun tek yetkili olmasının mantığı bu süreçte yatmaktadır. Bu mantık, salt anayasalarda yazılmış maddelerle değil, uzun ve kanlı mücadelelerle kazanılmış bir hakkın timsalidir; anayasa yazılımları bu timsalin kodifiye edilmiş göstergelerinden başka bir şey değildir. Hal böyle olunca da, salt anayasa hükümleriyle bütün bir tarihsel süreç ters çevrilemeyeceğinden, aksi hükümler cumhur aleyhine hak gasbı oluşturur. Bu nedenledir ki, başkanlık sistemi ile getirilmiş olan süreç bu tarihsel yürüyüşe terstir.
Tarihsel yürüyüşün tersliğinin en bariz göstergesi bütçe sürecidir. Yeni kamusal yönetim sisteminde, tüm yönetim sürecine analojik olarak bütçe süreci de toplumsal özgürlükler anlayışına ters şekilde, aşağıdan yukarıya doğru değil de, yukarıdan aşağıya doğru işletilmektedir. Bu değişiklik, salt yönetsel sistemle de ilgili olmayıp, ulusal varlığın asli üreticilerinin kendi mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin elinden alınması niteliğiyle, toplumsal özgürlüklere ve mülkiyet hakkının kullanılma özerkliğine de aykırıdır. Şöyle ki, bütçe mülkün sahibinin tek temsilcisi sıfatıyla parlamento tarafından değil, cumhurbaşkanı tarafından hazırlanarak, tasarı olarak değil, bir teklif olarak parlamentoya sunulmaktadır. Parlamentonun yetkisizliği o denli ortadadır ki, en olmayacak olasılıklar arasında bütçenin reddi konusunda teklifi hazırlayan kişi ya da makam iktidar kaybına uğramadığı gibi, ufak fiyat ayarlamalarıyla eski bütçeyi de devreye sokabilecektir. Böylece, cumhur temsilcisi parlamento bütçe yapımında birincil söz sahibi olamadığı gibi, verdiği kararın sonuçsuzluğu ile de etkisiz ve yetkisiz kılınmış olmaktadır. Bu bağlamlarda, cumhur oluşumu, cumhurun Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, bu sürece destek verenlerin bir kez daha derin derin düşünülmeleri tarihsel görevleri olsa gerek!
Bu antidemokratik bütçe sürecini bu toplum hak ediyor mu? Bu sistemin kabulü nedeniyle, bu sorunun yanıtı, maalesef, evet’tir. Şöyle ki, toplumsal varlıktan söz ettiğimize göre, toplumsal varlığın asli üreticilerinin toplumda ve parlamentoda ne derece yer bulduğu ve siyasi kararları ne şiddette etkileyebildiği düşünülmelidir. Parlamento bileşimine baktığımızda, oluşmuş bileşimin, sermaye temsilcileri dışında toplumun gerçek katmanlarını yansıttığını görememekteyiz. Parlamentoda “milletvekilliği” sıfatının, istisnai koşullar dışında, daima “parti vekilliği” sıfatına dönüşmesi de parlamentonun toplumsal temsil niteliğini zayıflatmakta olduğu düşünülebilir.
Burjuva demokrasisinin gelişmekte olan bir ülkede bu denli patolojik süreçlerle çarpıklaşması, durumu daha da vahim hale getirebilmektedir. Hal böyle olunca ne kamu harcamalarının, ne de vergi yükünün toplumsal dağılımı konusunda isabetli tartışma yapılması olanaklı olabilmektedir. Eğitim ya da sağlık gibi sosyal gelişmelere gerekli kaynak ayrılmadığı gibi, eğitim derken ya da sağlık derken hizmetin niteliği de ayrı bir konudur. Vergiler konusuna gelince, dolaylı ve dolaysız vergilerin, birinciler lehine ağırlığının adaletsizlik başlığında tartışılması da, hem yoz sistemi hem de bu sistemdeki fiili uygulamayı göz ardı etmesi açılarından fazla anlamlı değildir. Onlarca vergi istisna ve muafiyetlerine ya da vergi harcamalarına dayalı dolaysız vergiler mi adildir; yoksa bir çivisi bile Türkiye’de yapılmamış ithal arabalara getirilen dolaylı vergiler mi adaletsizdir? Bunların uç örnekler olduğunu ben de biliyor. Söylemek istediğim şudur ki, böylesi adaletsiz bir ekonomi içinde, siyaseti esir alan sermaye, özellikle de emperyalist sermaye baskısında kamu harcama ve vergi sisteminde adalet aranamayacağı gibi, tartışmayı bu iki konuya hapsetmenin ekonomi sistemini ve onun uzantıları olan sermaye ve emperyalist baskıyı geri plana çekmek demektir ki, bu tartışma yöntemi, kasıtlı ise emperyalizme hizmettir, kasıtlı değilse halka ihanettir.
Bütçe bir göstergedir; bu manayı netleştirebilmek için alttaki ekonomik sistemin ve onu destekleyerek büyüten siyasi ortamın irdelenmesi öncelenmelidir.
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33