Kişisel olan jeopolitiktir
Fotoğraf: Pixabay
Jeopolitik kuram yirminci yüzyılın başında dünya egemenliği için rekabetin yükseldiği emperyalizm çağında ortaya çıktı. Amerikalı Donanma Subayı Alfred Thayer Mahan ve İngiliz Coğrafyacı Halford Mackinder’ın öncülüğünü yaptığı düşünceler kısa zamanda devlet ricali ve kamuoyunun dünya politikası hakkındaki görüşlerini şekillendirdi ve şekillendirmeye devam ediyor. Joe Biden’ın Obama’dan devraldığı Çin stratejisinin Mackinder’ın “pivot” kavramına atıf yapması jeopolitik kuramın mirasına güzel bir örnek oluşturuyor. Dolayısıyla güncel uluslararası ilişkileri yorumlayabilmek için jeopolitik kuramın temel kavram ve ilkelerini bilmekte fayda var. Ancak kuramın kendisinin bir siyaset aracı olduğunu ve belirli siyasi hedeflere hizmet ettiğini akıldan çıkarmamak lazım. Dizilerden haberlere kamuoyunda giderek artan bir popülerlik kazanan jeopolitikayı sadece açıkladığı değil gizlediği ve çarpıttığı gerçeklerle ele almalı. Böyle bir çaba ise öncelikle kendimizin bir kuramcı rolüne soyunmasıyla, başka bir deyişle kendi jeopolitiğimizi hayal etmemizle mümkün.
Mahan ve Mackinder’ın düşüncelerinin kökeni İngiltere’nin denizlere hakim olma hedefine yöneldiği on sekizinci yüzyıla uzanır. Bu düşünce geleneğinde İngiliz özgürlükleriyle İngiltere’nin dünya hakimiyeti arasında kaçınılmaz bir bağ kurulur. Donanma her ikisinin de temel dayanağıdır. Mackinder, Demokratik İdealler ve Gerçeklik adlı kitabında demokratik rejimlerin otokratik rejimlerle başa çıkabilmeleri için jeopolitikaya ihtiyaçları olduğunu vurgular. Coğrafya demokratik güç projeksiyonu için vazgeçilmez bir teknik araçtır. Bu açıdan değerlendirildiğinde jeopolitika liberal emperyalizmin kuramıdır. “Coğrafya kaderdir” sözüyle özetlenen fiziksel coğrafyanın öncelenmesi, dünyanın farklı köşelerinin birbirleriyle ilişkilerinden soyutlanarak mutlak coğrafyalar olarak tasavvur edilmesi liberalizmin temel epistemolojik tercihlerini doğrudan yansıtır. Lakin, liberalizmin epistemolojisi sadece liberal hedeflere hizmet etmez. Mackinder’ın kuramının doğrudan Nazi Jeopolitik Kuramcısı Karl Haushofer’e ilham vermiş olması bir tesadüf değildir. Nitekim savaş suçları nedeniyle sorgulanan Haushofer savunmasında Avrupa’da soykırımlar eşliğinde hayata geçirilen coğrafi düşüncelerinin doğrudan Mackinder’dan türetildiğini söyleyerek savcıyı ikna etmeyi başarmıştır.
Coğrafyacılar paçayı ucuz kurtarsa da jeopolitika deyimi Nazilerden sonra ciddi bir prestij kaybına uğrar. Fakat temel savları Soğuk Savaş’ın çevreleme stratejilerinde etkili olmaya devam eder. Aynı dönemde yeni bir disiplin üniversitelerde yükselmeye başlar: Uluslararası siyaset. Coğrafyadan ziyade ekonomik denge ve oyun teorilerini merkeze alan bu disiplin jeopolitiğin ideolojik kabuğundan sıyrılmış bir bilimsellik iddiası öne sürer. Ne var ki, bastırılan her lanetli düşünce gibi jeopolitik de 1970’lerde Richard Nixon ve Henry Kissinger’la tekrar geri döner. Neoliberalizm çağı aynı zamanda jeopolitikanın rönesansıdır. Üstelik sadece bir dış politika değil; bir iç politika, bir idare, bir kontrgerilla tekniği olarak güncellenir jeopolitika. Sadece Vietnam’da, Kamboçya’da, Nikaragua’da, Şili’de, Arjantin’de değil; Chicago’da, New York’ta, Los Angeles’ta coğrafyayı şekillendiren bir siyaset aracıdır. Eleştirel, alternatif coğrafi yaklaşımlar da bu dönemin direnişlerinden çıkar.
Eleştirel jeopolitik yaklaşımlar coğrafyanın toplumsal ilişkilerden bağımsız incelenemeyeceğini, coğrafyanın bizatihi toplum tarafından kurgulandığını ileri sürerler. Son otuz yıl içinde kadınların içinde yaşadıkları coğrafyaları inceleyen feminist jeopolitik düşünce, liberal epistemolojinin erkek egemen varsayımlarına karşı kadın mücadelesinin temel şiarıyla meydan okur: Kişisel olan jeopolitiktir. Feminist jeopolitika bize coğrafi sınırların muhayyel kıtalardan, ülke hudutlarından değil bedenlerimizin, konutlarımızın, işyerlerimizin, sokaklarımızın, parklarımızın, şehirlerimizin içinden geçtiğini ifşa eder. Bedenlerimizin boyun eğmediği hiçbir sınırın geçerli olamayacağını gösterir.
Günümüzde kadın haklarının yükselen sağ hareketler tarafından hedefe konulduğuna ve kadınların “Aileyi koruma” adı altında güncellenmiş bir erkek egemen tahakküme boyun eğdirilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. Kadınların evin, işyerinin, sokağın, devletin sınırlarını aşan özgürlük mücadeleleri kriminalize edilirken, erkek egemenliğin “yerli ve milli” ilan edilerek jeopolitikleştirildiğini görüyoruz. İronik bir şekilde, bu tahakküm çabası feminist jeopolitikayı daha da güncel hale getiriyor. Siyasi haritalarda, vize uygulamalarında, pasaportlarda, kimliklerde, kent planlarında, maaş bordrolarında, üniversite kampüslerinde, işyerlerinde, evde, mahallelerde, sokaklarda hareketlerimizi kontrol eden, özgürlüğümüzü kısıtlayan sınırlarla sürekli mücadele ettiğimizi idrak ediyoruz. Feminist jeopolitika, kuramın merkezine kişisel tecrübeyi taşırken bu bilinci dışa vuruyor ve dünyayı emperyalist rekabetin sahnesi değil, binlerce farklı türün yaşadığı ve insan toplumunun doğrudan etkisi altındaki bir gezegen olarak tasavvur edebilmemizin kapısını aralıyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22