11 Kasım 2021

Savaş, yoksulluk ve pandemi

Türkiye, şu üç temel ve güncel/yakıcı sorunla karşı karşıya: Savaş, yoksulluk ve koronavirüs pandemisi…

Bu üç konuda izlenen politikaların, temelde yanlış politikalar olduğunu düşünüyorum.

Savaşa konusuna bakalım.

Savaş kelimesi, günümüz koşullarında hemen çoğumuza, silahlı kuvvetlerin yurt dışına gönderilmesini, tezkere meselesini hatırlatıyor.

Evet ama işin başka boyutu var.

Türkiye’nin temel sorunu insan hakları ve demokrasi sorunudur. İnsan hakları ve demokrasi sorununun en önemli halkası da Kürt sorunudur. Resmi söylemde Kürt yoktu. Varlığı inkar ediliyordu. Demirel, 1991/1992 tarihlerinde, “Kürt realitesini tanıyoruz” dedi. Ancak gerekli demokratik adımlar atılmadı.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü çatışma üretiyor. Çatışmaya, uzun yıllar “düşük yoğunluklu çatışma” ya da “savaş” dendi. 2021 itibarıyla belki de 80/90 bini bulmuştur insan kaybı: Asker/polis militan/gerilla, kadın, erkek, sivil halk…Türk/Kürt, Alevi/Sünni...

İHD kayıtlarında sadece 1994 yılında 5 bin kişinin silahlı çatışmalarda yaşamını yitirdiği yazılıdır. 1996 sonu itibariyle TBMM Araştırma Komisyonu, 3 bin 428 köy ve mezranın boşaltıldığını tespit etmiş ve bunu raporunda kayıt altına almıştı. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Birleşmiş Milletler desteği ile 2004/2005 yıllarında yaptığı araştırmada, 940 ila 1 milyon 200 bin kişinin güvenlik nedeniyle yer değiştirdiğini ortaya koymaktaydı (2006).

Zorla yerinden etme politikası uygulanıyordu ve bu uygulama Birleşmiş Milletler ilkelerine aykırıydı.

Şimdi ne durumdayız? Ölüyoruz yine.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, son aylarda birkaç kez son beş yılda 18 binden fazla PKK’linin etkisiz hale getirdiğini açıklamıştı. Asker, polis, korucular insan değil mi?

Kaç resmi görevli yaşamını yitirdi, bunu bilmiyoruz. Vahim olan konulardan birisi de “hakikat” konusudur. Hakikati bilme hakkı…

Demek ki bu acil duruma çare bulmak lazım. Çare çatışma çözümü sürecini başlatmaktır ve hızla, hemen çatışmasızlık sürecine girmektir. Çözüm sürecinin hedefi barış ve demokrasidir.

Temel sorunu çözmenin başlangıç adımını atabilmektir önemli olan. Silahlar susacak ve sulh yoluyla, konuşarak/tartışarak mesele çözülecek. Ölerek ve öldürerek Kürt sorunu çözülemez. 80/90 bin, belki de daha fazla insandan söz ediyoruz. Yaşamdan ve ölümden söz ediyoruz.

İkinci temel konu/sorun, yoksulluk ve insan hakları ilişkisidir. 20 yıl kadar önceydi. Muş ve Kocaeli karşılaştırması yapılıyordu. Kocaeli’de kişi başına düşen gelir Muş’takinden neredeyse 5/10 kat daha fazlaydı. Gelir dağılımı adaletsizliğine şehir/bölge mukayesesi açısından bakılarak bu söyleniyordu. Sosyal sınıf ve tabakalar açısından bakıldığında da durum farklı değil. İlke ise malumdur: Sosyal adalet! Peki gelir dağılımı adaletsizliğinden kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkün. Çünkü bu politika değişikliğini gerektir. İzlenen ekonomi politikalar gelir dağılımı adaletsizliğini, sınıflar, sosyal tabakalar, şehirler ve bölgeler bakımından yaratıyor ve arttırıyor. Bölüşüm ilişkilerindeki adaletsizlik/eşitsizlik ortadan kaldırılabilir. İzlenecek politikalarla olur bu. Yoksulluk insan hakları sorunudur. İnsan hakları ve özgürlükleriyle doğrudan ilişkilidir. İnsan onurunun korunması ve saygı için yoksulluğun ortadan kaldırılması gerekir. Dediğimiz gibi, izlenecek politikalarla sağlanabilir bu.

Ve gelelim üçüncü konuya, koronavirüs pandemisi konusuna. Evrensel’de her gün bir sarkaç yayımlanıyor. Bu yazıyı dün (çarşamba) sabahı yazıyorum. Evrensel’in sarkacına her gün bakıyorum. Pandemiden bu yana resmi açıklamalara göre, 9 Kasım 2021 itibariyle Türkiye’de son durum:

“Güncellenme tarihi: 09 Kasım 2021 01.28”

Türkiye’de, koronavirüs nedeniyle 8 milyon 259 bin 503 kişi hasta olmuş, 72 bin 314 kişi hayatını kaybetmiş, 7 milyon 737 bin 59 kişi de iyileşmiş. Resmi açıklamalar ve veriler böyle.

Doğru kabul edelim.

Bu sonuçların virüs ile mücadelede başarıyı gösteren yanı ne? 72 binden fazla insan bir buçuk yılda hayatını kaybetmiş, siz başarıdan söz ediyorsunuz.

Sorumluluğu sadece Sağlık Bakanlığına ve o arada sağlık çalışanlarına yükleyerek de kurtulmak mümkün değil. Sağlıkçılar, canla başla ve hayatlarını ortaya koyarak çalıştılar, çalışıyorlar. Üstelik bu süreçte hak kayıplarına da uğradılar. İzin hakkı yok, meslek hastalığı talepleri karşılıksız kaldı ve hükümet aşı tedariğinde gecikti… Sağlık örgütleriyle ilişki ve iletişim yok. Katılımcılık ilkesi önemsenmiyor.

Türkiye, temel konularda yön duygusu bulunmayan bir ülke durumunda…

Evrensel'i Takip Et