Yıkım dönemi

Bugüne kadar sadece yerli ve yabancı sermayenin değil, aynı zamanda siyasi cambazlığı sayesinde nüfusun en yoksul kesimlerinin de desteğini arkasına alma becerisi gösteren AKP, gerek iç ve dış politikada izlediği gerilim siyaseti, gerekse ülke içinde yarattığı siyasal kamplaşma ve kutuplaştırma politikaları sayesinde bugünlere kadar geldi.

İktidar, bugüne kadar çözmek iddiasıyla hareket ettiği ne kadar sorun varsa, bu sorunları çözmek bir yana, daha da ağırlaştıran adımlar attı. Kendilerini her koşulda destekleyenler dışında, toplumun farklı kesimlerinin taleplerine kulaklarını tıkadılar. İşini, ekmeğini, doğayı, yaşam alanlarını savunanları, hakkını arayanları zor ve şiddet yoluyla engellemeye, sindirmeye çalıştılar.  

Emekçilerin en temel haklarına, kazanımlarına ve özgürlüklerine yönelik saldırılar konusunda en cesaretli, en kararlı iktidar olarak şimdiden tarihe geçtiler. Geçtiğimiz yıllar içinde emekçilerin güvenceli istihdam, sağlık ve emeklilik hakkı başta olmak üzere neredeyse bütün kazanılmış hakları adım adım tasfiye edildi. Piyasa merkezli ekonomi politikaları sonucunda tüm ülke adeta ‘ucuz emek cenneti’ haline getirildi. Gelinen noktada çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücretle geçinmeye çalışırken, asgari ücret neredeyse ortalama ücret haline geldi. Bütün bunlar, AKP döneminin emekçiler açısından neden bir ‘yıkım dönemi’ olarak anılması gerektiğini gösteriyor.

Yıllarca ekonomik istikrar vaadiyle tek başına iktidar olanlar, özellikle tek adam rejimi sonrasında ekonomi başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında yaşanan sorunların merkezi haline geldiler. Geniş halk kesimleri her geçen yıl artan vergiler ve peş peşe gelen zamlar altında ezildi. Patronlara her yıl merkezi bütçeden verilen teşvikler, İşsizlik Sigortası Fonu üzerinden aktarılan kaynaklar, yandaş müteahhitlere verilen ihale bedellerinin tamamının vergiden istisna tutulması, vergi ve sigorta primi ödemelerinde sağlanan kolaylıklar devam etti.

Sermayenin ya da patronların vergi yükü resmi ya da gayriresmi yollardan azaltıldıkça bütçe gelirleri azaldı. İktidar bu sorunu aşmak için bütçede dolaylı vergilere yüklendi ve yükün büyük bölümü her seferinde halkın, özellikle ücretli emekçilerin sırtına bindi. Sonuç olarak patronların bir dediği iki edilmezken, emekçiler hem doğrudan (gelir vergisi), hem de dolaylı vergilerle (KDV, ÖTV) resmen soyulup soğana çevrildi.

Tek adam rejiminin ekonomi başta olmak üzere, toplumsal yaşamın farklı alanlarıyla ilgili olarak benimsediği politikalar ve aldığı kararlar toplumun geniş kesimleri tarafından tepkiyle karşılanmaya başlandı. Bugüne kadar ‘istikrar’ ve ‘güven’ sloganlarıyla iktidar olanlar, ekonomik krizin yarattığı toplumsal yıkım süreciyle birlikte adeta ‘istikrarsızlık’ ve ‘güvensizlik’ sembolü haline geldiler.

Ağır ekonomik sorunlar uzun süredir halkın öncelikli gündemi olmayı sürdürmesine rağmen her şeyin ‘kontrol altında’ olduğu ve yaşanan onca olumsuzluğa rağmen hâlâ ekonomide başarılı adımlar atıldığını iddia etmek, aklı başında olan hiç kimseye inandırıcı gelmiyor. Yine ekonomi başta olmak üzere, hukukta, eğitimde, sağlıkta ve çalışma yaşamında kendini hissettiren olumsuzluklardan duyulan rahatsızlık giderek artıyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları nüfusun üçte ikisinin mevcut yönetim anlayışı devam ettiği sürece, ekonomi başta olmak üzere, hemen her şeyin daha da kötüye gideceğine inandığını gösteriyor.

İktidarın ekonomik krizin yükünü tamamen halkın sırtına yıkan, gelir adaletsizliğini derinleştiren ve yoksullaşmayı arttıran politikalara karşı mümkün olan her yerde kitlesel tepkileri örgütlemek ve mücadele etmek yerine sadece seçim sandığını adres göstermenin yeterli olmayacağını görmek gerekiyor.

Evrensel'i Takip Et