Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Diyarbakır'da yapılan Bölge Değerlendirme Toplantısı'nda devlet geleneğinin kadim dilinden şaşmamış. Toptan inkâr alışık olduğumuz bir dil ama bu inkarın etkili olduğu zamanlar geçeli bir hayli oldu. Haberin altına yazılan yorumları görünce; eskiden işkenceden söz ettiğimizde toplumda devlet geleneğinin yansımasına tanık olurken, başardıkları bir değişimi vurgulamamak haksızlık olur diye düşündüm. Öyle bir aşamaya geldik ki, memlekette terörist olmayan kalmadı. Hal böyle olunca da bunca terörist kendi gözüyle gördüğüne, ters kelepçeden omzuna vuran ağrıya, kafasına indirilen yumruktan iki büklüm oluşuna, çıplaklığının üşümesine, kameralara takılan transportlardan geriye kalan anılara inanmayıp ne yapsın. Bizim yıllardır başaramadığımızı başardılar. Artık herkes işkenceleri, zorla kaybetmeleri iliklerinde hissediyor sayelerinde.

Konuşulan dile ipotek koyulduğunu gördüklerini belirtmiş, bilinmeyen dilin geçmişte kaldığını iddia etmiş konuştuğu yer Diyarbakır olunca: “Bugün herkes mahkemelerde meramını istediği şekilde anlatabilmektedir. Cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin aileleri yine yakınları ile istedikleri şekilde görüşebilmekte, konuşabilmektedir." Tesadüfe bakın ki, bu konuşmayı yaptığı gün açlık grevine katıldığı için yargılanan bir mahpusun Kürtçe savunma yapmak istemesi üzerine mahkeme 500 TL tercüman ücreti ödemesine karar vermiş, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) günlük insan hakları raporu verilerinde bu haber yerini almış. Mahkeme tutanağına “Sanığın kimlik bilgilerine yönelik sorulara Türkçe olarak cevap vermediği, mahkeme heyetince anlaşılmayan bir dilde cevap verdiği anlaşıldı” diye geçmiş. Artık bilinmeyen dil yok, anlaşılmayan dil var. Paran varsa o anlaşılmayan dilde savunmanı yaparsın. Ne de olsa parası olanın istediği kadar pudra şekeri alıp sattığı, olmayanın yıkık dökük evlerine pudra şekeri satıyor diye baskın yapılıp başlarına yıkıldığı bir ülke yarattılar yeni baştan.

Mahkemelerde hal böyle ya, peki hapishaneler, onlar ne durumda bu iddiaya göre? Bakanın bu iddiaları ortaya attığı Diyarbakır’da daha birkaç ay önce hapisteki oğlunu ziyaret ederken yan kabinde bulunan bir tutukluya Kürtçe “Çawani Başi” (Nasılsın, iyi misin?) diye soran Fatime Demir’e altı ay görüş yasağını koyacağımız yeri söyleyeyim. Aldığımız hapishane mektupların önemli bir kısmında anadiline disiplin cezası aldıklarını söyleyenlerdir bizim tanıklığımız. Kitaplara el konulan, ayakta sayım dayatılan, ince arama adı altında çıplak aramaya zorlanan insanların yaşadığı o eza evlerini artık herkesin bildiği bir Türkiye yarattınız. Eski Türkiye yok artık, doğruya doğru. Yeni Türkiye hepimizin hapsedilme, işkenceden geçme ihtimali olan bir ülkedir.

TİHV’e 2021’in sadece ilk 10 ayında yapılan 815 başvuru bu yeni Türkiye’nin resmidir. İşkence görenlerin çok az bir bölümünün vakfa başvurduğunu biliyoruz. Çeşitli nedenleri var elbette başvuruların az olmasının, bizim işkence görenlere ulaşmakta eksik kalmamız da bu nedenlere dahil. Ancak geçtiğimiz günlerde insanlarda infial uyandıran sistematik işkence olup olmadığı tartışmasından, Bakanın işkenceyi inkâr etme haline bu sayı yeterli bir yanıttır.

İstediğiniz kadar yenileyin, bu memlekette inkâr cezasızlık politikasının nüvesidir. Cezasızlık olan yerde de işkenceden ayrımcılığa her türden ihlal vardır. Yeni Türkiye katkılarınızla buralara gelmiştir. Övünebilirsiniz!

Evrensel'i Takip Et