15 Kasım 2021 22:02

ABD askeri neden Yunanistan’da konuşlanıyor?

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Yunanistan ile 1990’da imzaladığı askeri iş birliği anlaşmasını yenileyip genişleten ABD’nin Dedeağaç’a (Aleksandrupoli) askeri sevkiyatı devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin askeri iş birliği anlaşmasını yenilediği Yunanistan’da askeri yığınak yapmasından duyduğu rahatsızlığı “Sadece Dedeağaç değil, Yunanistan’ın kendisi ABD’nin bir üssü haline gelmiştir. Şu anda Yunanistan’ın içindeki ABD üslerinin sayısını ben saya saya bitiremedim” sözleri ile ortaya koymuştu.

Gerçekten de Defender Europe 2021 tatbikatı kapsamında Dedeağaç’a 145 helikopter, 1800 zırhlı araç ve 20 bin asker konuşlandıran ABD, yenilenen askeri iş birliği anlaşması ile de Türkiye sınırındaki Dedeağaç Üssü ve Girit Adası’ndaki Suda Üssü başta olmak üzere Yunanistan’daki askeri varlığını genişletme hakkını elde etti.

Yusuf Kaplan, İbrahim Karagül gibi Erdoğan iktidarının medyadaki sözcüleri, ABD ile Yunanistan arasında yapılan askeri anlaşmanın ve Yunanistan’da kurulan ABD üslerinin asıl hedefinin “Türkiye’nin yükselişini durdurmak” ve “Türkiye’yi kuşatmak” olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddia üzerinden Erdoğan iktidarının Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de dengeleri değiştiren ve dahası emperyalistlere kafa tutan bir güç olduğu propagandasını yapıyorlar.

Peki, Yunanistan’a askeri yığınak yapan ABD, gerçekten Türkiye’yi mi kuşatmak istiyor?

Dahası Erdoğan iktidarı gerçekten emperyalistlere kafa mı tutuyor?

İlk bakışta hem Erdoğan iktidarı ve Miçotakis yönetimi arasındaki gerilimde ifadesini bulan Doğu Akdeniz’de Türk ve Yunan egemen sınıfları arasındaki egemenlik mücadelesine ve hem de ABD’nin Türkiye ve Yunanistan arasında dengeyi gözeten tutumu bir tarafa bırakıp Yunanistan’da askeri yığınak yapmasına bakınca, ABD’nin hedefinin Türkiye olduğu yanılgısına düşülebilir.

Oysa ABD’nin Yunanistan’ın yanı sıra Bulgaristan ve Romanya gibi Karadeniz’e kıyısı olan Balkan ülkelerine yaptığı askeri yığınak, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Avrupa’da kuşatılmak istenen asıl gücün Rusya olduğunu gösteriyor. Erdoğan iktidarı, ABD’nin Rusya’yı kuşatma/çevreleme stratejisinde olsa olsa üzerinde daha fazla baskı kurulup yedeklenmeye çalışılan bir güç konumunda bulunuyor.

Bu gerçeği ABD yönetiminin sözcüleri de açıkça ifade ediyor. ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi Pyatt, NATO’nun Doğu Avrupa ve Karadeniz’e müdahalesi bakımından Dedeağaç’taki üsse büyük önem verdiklerini söylüyor. Yani Dedeağaç üssü, her ne kadar Türkiye sınırında olsa da asıl olarak ABD ve NATO’nun boğazları kontrol edip Karadeniz ve Doğu Avrupa’da Rusya’yı kuşatmasına hizmet ediyor. Modernize edilen Girit’teki üs ise, Doğu Akdeniz ve Ege’de kontrolü sağlamak ve Rusya’nın buradaki hareket alanını sınırlamak amacını taşıyor.

Konuyla ilgili gelişmeleri DW Türkçe’ye değerlendiren ABD’nin Eski Avrupa Kuvvetleri Komutanı Emekli Korgeneral Ben Hodges de NATO üyeleri arasında zaman zaman anlaşmazlıklar olabileceğine dikkat çekerek bu durumun ABD’nin Yunanistan’daki hamlelerinin Rusya ve Çin’in bölgede nüfuzlarını arttırma girişimine karşı olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini vurguluyor. Hodges, “ABD’nin Yunanistan’daki adımlarını, Türkiye’deki askeri mevcudiyeti ile kıyaslayamazsınız. Türkiye’de ciddi bir hava gücü mevcudiyeti var, İzmir’de üç yıldızlı bir Amerikan generali görev yapıyor, çok çok önemli bir radar istasyonumuz var” diyerek Erdoğan iktidarı ve medyadaki sözcülerinin üzerini örtmeye çalıştıkları bir başka önemli gerçeğe işaret ediyor.

Çünkü Yunanistan’daki askeri yığınakla Türkiye’yi çevrelemek/kuşatmak istediği iddia edilen ABD/NATO’nun Türkiye’de zaten 7 tanesi ana üs (İncirlik Hava Üssü, İzmir Çiğli Hava Üssü, Şile Üssü, Konya Üssü, Balıkesir Üssü, Muğla Üssü ve Ankara Üssü) olmak üzere 40 tane üssü bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye’de Karadeniz hariç bütün bölgelerde askeri üssü bulunan ABD’nin Dedeağaç’taki üs üzerinden Türkiye’yi kuşatmak istediği iddiasının ikna edici bir tarafının olmadığı açıktır. Dahası ABD/NATO’nun ülkedeki üslerine sesini çıkarmadan ABD’nin Türkiye’yi kuşatmak istediğini söylemek de siyasi ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Öte yandan ABD’nin Yunanistan’daki askeri yığınak üzerinden Rusya’yı kuşatmak ve Çin’in Kuşak Yol Projesi’nin önünü kesmek istemesi, askeri iş birliği konusunda Yunanistan’ı öncelemesinin aynı zamanda Erdoğan iktidarına da bir mesaj anlamı taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor. ABD, Yunanistan’ı önceleyen bu politikası üzerinden Erdoğan iktidarı üzerindeki baskıyı arttırarak onu daha fazla iş birliğine zorlamak istiyor. Daha önce yapılan Berlin Konferansına davet edilmeyen Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti ve İsrail’in geçtiğimiz günlerde Paris’te yapılan Libya konferansına davet edilmelerini de bu politikanın bir devamı olarak okumak gerekiyor. Çünkü Erdoğan’ın bu ülkelerin Libya barış sürecinin doğal üyeleri olmadıkları gerekçesiyle katılmadığı bu konferans, Miçotakis yönetiminin ABD ile iş birliğini Doğu Akdeniz’de Yunan egemen sınıflarının çıkarları doğrultusunda avantaja çevirmek istediğini de ortaya koyuyor.

Tam bu noktada ABD’nin Yunanistan ile askeri iş birliğinden duyduğu rahatsızlığı “Yunanistan’ın kendisi ABD’nin bir üssü haline gelmiştir” sözleriyle ortaya koyan Erdoğan’ın bu açıklamanın devamında söylediklerine dikkat çekmek gerekiyor. Erdoğan, “NATO üyeleri içerisinde gerek asker sayısı itibariyle gerekse mali destek itibarıyla Türkiye ABD’den sonra ilk 7 içerisinde yer alan bir ülkedir. Yunanistan’ın böyle bir durumu yok. Yunanistan çok gerilerde” diyor. Yani her ne kadar iktidarın sözcüleri ABD emperyalizmine kafa tutuyormuş gibi bir hava yaratmaya çalışsalar da Erdoğan’ın ABD’ye “eleştirisi” Yunanistan için “Onu alma beni al” demenin, kendisinin daha iyi bir iş birlikçi olduğunu söylemenin ötesine geçmiyor.

Şurası açıktır ki, ABD emperyalizminin taşeronluğu konusunda Türk ve Yunan iş birlikçi egemen sınıfları arasındaki rekabetten ve bölge ülkelerinin emperyalistlerin savaş ve silah üssü haline gelmelerinden ne Türk ve Yunan ne de diğer bölge halklarının kazanacağı bir şey yoktur. Aksine bu rekabet, emperyalistlerin ve iş birlikçi egemen sınıfların çıkarları temelinde bölgede gerilimi tırmandırıp yeni çatışmalara davetiye çıkarmakta; halkları daha fazla ölüm, göç ve yoksulluğa sürüklemektedir.

Bu tabloyu tersine çevirmenin yolu da ancak Türkiye, Yunanistan ve diğer bölge haklarının kendi iş birlikçi egemen sınıflarına ve emperyalizme karşı mücadele ve dayanışmayı büyütmesinden geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa