18 Kasım 2021 23:45

Helalleşme değil, hakikatle yüzleşme!

Kemal Kılıçdaroğlu kürsüde konuşuyor

Kemal Kılıçdaroğlu | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Son günlerde Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu, gündem belirleme konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne geçmiş görünüyor. Elbette bu durumun oluşmasında Erdoğan iktidarının kitle desteğini giderek yitirmesinin ve halkın yeni arayışlara yönelmesinin belirleyici bir rolü bulunuyor.

Kılıçdaroğlu’nun gündem belirleyen çıkışlarından biri de “helalleşme” konusunda yaptığı açıklamalar oldu. Geçtiğimiz hafta sonu sosyal medya hesabından “Helalleşmek geçmişi değiştirmez ama geleceğimizi kurtarır. Geçmişte partimizin de hataları oldu; helalleşme yolculuğuna çıkma kararı aldım” paylaşımı yapan Kılıçdaroğlu, salı günü partisinin meclis grup toplantısında ise, bir helalleşme listesi açıkladı. 28 Şubat mağdurları, Roboskî, Sivas, Maraş, 6-7 Eylül olaylarının mağdurları, Diyarbakır Cezaevi mahkumları, Soma, Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi, Oğuz Arda Sel’in annesi ve Ahmet Kaya ile helalleşeceklerini söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ listesinde muhafazakarlar, solcular, Kürtler, Aleviler, azınlıklar için ‘sembol’ sayılabilecek olaylar dikkat çekiyor.

İktidarının ilk dönemlerinde demokrasi beklentisiyle Erdoğan’ı destekleyen ve 2010 referandumunda takındıkları tavır üzerinden “yetmez ama evetçiler” olarak adlandırılan liberallerin büyük bir kesimi Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ çıkışının toplumsal uzlaşma ve barış bakımından büyük önem taşıdığını söylüyorlar.

CHP’nin Kürtler, azınlıklar ve muhafazakarlar konusunda geçmişteki “tekçi ve laikçi*” çizgisini savunan ulusalcı solcular ise, “Bu olaylar CHP iktidarı döneminde yaşanmadı ki” diyerek bu çıkışa itiraz ediyorlar.

İktidar ve medyadaki sözcüleri ise tahmin edilebileceği gibi, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının yarattığı etkiye “Sen git PKK, ile FETÖ ile helalleş” diyerek tepki gösteriyorlar.

Dini bir kavram olan ‘helalleşme’; tarafların karşılıklı olarak birbirlerinin üzerindeki haklarından vazgeçmeleri, bir mağdurun olduğu koşullarda ise mağdurun hakkını bağışlaması olarak tanımlanabilir.

Buradan bakınca Kılıçdaroğlu’nun devlet tarafından mağdur edilmiş toplumsal kesimlerle ‘helalleşme’ çıkışının iki boyutundan söz edilebilir: Birincisi, CHP’nin devletin kurucu partisi olarak davranma tutumu ve ikincisi de tek adam iktidarının yarattığı tahribatlar karşısında sistemi yeniden restore etme iddiasının bir devamı olarak.

Kılıçdaroğlu’nun çıkışı konusunda söylenebilecek ilk şey şudur: Türkiye gibi anayasası ‘tekçilik’ üzerine kurulu, demokratik hak ve özgürlüklerin oldukça sınırlı olarak kullanılabildiği -ki bunlar da faşist inşaya yönelen tek adam iktidarı tarafından fazlasıyla budandı- bir ülkede eğer demokratik bir gelecek kurma iddiasındaysanız atmanız gereken ilk adım ‘helalleşmek’ değil hakikatlerle yüzleşmektir. Çünkü ancak böyle bir yüzleşme ile bu rejimin mağdurlarının hakları belli bir hukuka kavuşturulabilir ve ‘helalleşme’ gerçekleştirilebilir. Daha önemlisi, ancak böylesi bir yüzleşme üzerinden geçmişle hesaplaşılabilir ve gerçekten demokratik bir rejimin hangi temeller üzerine inşa edilebileceği ortaya konabilir.

Yoksa zamanında Erdoğan da bugün Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ‘helalleşme’ çıkışına benzer birçok çıkış yapmıştı.

Hatırlanırsa Erdoğan, devlet/bürokrasi/ordu içindeki geleneksel güçlerle (Ergenekoncularla) egemenlik mücadelesi halindeyken kendi yönetimini güçlendirmek için yaptığı bütün çıkışları demokrasiyi savunma adına yapmıştı.

2005’te Diyarbakır’da “Devletin hatalarını, günahlarını masaya yatırmak”tan söz etmiş ve “Kürt sorunu bu ülkenin başbakanı olarak benim sorunumdur” demişti. 2010 anayasa referandumu öncesinde Meclis kürsüsünde Necdet Adalı ve Erdal Eren için gözyaşı dökmüştü. 2011’de Dersim Katliamı için devlet adına özür dilemişti.

Ancak bu olayları kendi siyasi çıkarları için kullanmanın ötesine gitmedi. Özellikle Kürt sorunu konusunda ‘hakikat komisyonları’nın kurulması, o güne kadar yaşananların açığa çıkartılıp sorumlularının yargılanması ve demokratik çözümün önünün açılması çağrılarını görmezden/duymazdan geldi. Ergenekon duruşmalarında Kürtlere karşı özel savaşta yer alan generaller yargılanırken, aralarında HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın da yer aldığı bu savaşta yakınlarını kaybedenlerin müdahillik taleplerini reddetti (“Bu kararı yargı verdi” diyenlere Erdoğan’ın kendisini ‘savcısı’ olarak ilan ettiği bu davanın iktidar eliyle nasıl başlatılıp bitirildiğine bakmalarını tavsiye ediyoruz).

Sonuçta Türkiye gibi oldukça cılız olan demokratik kazanımlarının bile büyük oranda darbelendiği bir ülkede demokratik bir inşa ve helalleşmenin bir siyasetçinin “Ben yapacağım” demesiyle olmayacağı açıktır. Dahası faşist inşaya yönelmiş bir rejim gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuza göre, bu yaklaşım halkta bir beklenti yaratarak demokrasi için mücadele ve örgütlenme eğilimini de zayıflatıcı bir rol oynamaktadır.

Oysa fazla uzağa gitmeye gerek yok. Şili’de Pinera gericiliğini faşist Pinochet döneminden kalma anayasayı referanduma götürmeye zorlayan güç, halkın ekim 2019’da patlak veren kitlesel eylemleri oldu. Ekim 2020’de yapılan referandumda halk, yeni anayasanın kurucu bir meclis tarafından hazırlanması kararını aldı ve mayıs 2021’de de Pinera gericiliğinin 155 sandalyenin sadece 37’sini alabildiği kurucu meclis seçimleri yapıldı.

Uzun lafın kısası, geçmişle hesaplaşmanın ve demokratik geleceği inşa etmenin temel gücü ve dayanağı halkın mücadelesidir. Ötesi lafügüzaftır!

*Burada ‘laikçilik’ olarak nitelenen devletin bütün din, mezhep ve inançlar karşısında yansızlığına dayanan gerçek bir laiklik yerine bir ‘devlet dini’ oluşturma adına yukarıdan yapılan müdahalelerdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa